Çocukluğun oyuncaklarındandır bu. Halbuse, zamanında, köyün hali vakti yerinde olan ailesinin evinde toplanma nedeniymiş. Bi' de köyün kahvesinde varmış. Ajans dinlenirmiş.

Çocukluğun oyuncaklarındandır bu. Halbuse, zamanında, köyün hali vakti yerinde olan ailesinin evinde toplanma nedeniymiş. Bi' de köyün kahvesinde varmış. Ajans dinlenirmiş.

Açınca hemen tepki vermez. arkasındaki tüpleri yavaş yavaş ısınır, iyice kızardıktan sonra ses vermeye başlardı.

Bizim zamanımıza kalanların çoğu ya bozuktur ya da zar zor çalışır. Çalışsa da çekecek bir-iki frekans anca bulduğundan, bi' kenarda tozlanır durur.

Kimse ilgilenmez onla. Ama evin çocuğu evdeki her demirbaşı oyuncak yaptığı gibi, bunu da kurcalamayı pek sever. Bi' de dede.

Mutfaktaki eski Arçelik buzdolabının üstünde durur. Sürgülü ekmek kutusu*nun hemen arkasında. Tozlanmış, dış kaplaması nemden eğilip bükülmüş, yer yer çatlamış…

Ön tarafında sağlı sollu kocaman düğmeleri olurdu. Biri açma-kapama/ses öbürü de frekans. Kahverengi camdan ekranının arkasında da kırmızı pilastik bi' çubuk.

Frekans düğmesini oynattıkça o kırmızı çubuk, Baghdad, Moscow, Ankara, Tel Aviv, Istanbul, Atina, Budapest, Roma, Berlin, Paris, London yazan ekranın arkasında gelir giderdi. Şehir isimlerinin altlarında da kilometreler yazardı, dalga boyları.

En alt kısmında da fildişi renginde mikadan yapılmış tuşlar olurdu. Radyonun dişleri gibi. İki düğmesi gözleri, bu tuşlar da dişleri. Dişlere bastıkça çatt çatt ses çıkartırdı. Birine basınca öbürü kendiğinden kalkardı.

Buna takan çocuklar. Radyo ne tepki verecek diye, iki-üç dişe birden, aynı anda basar, kanırtırdı. Ne bekliyosa artık "Ahh, dur yapma, acıyo" diye dillensin mi istiyo kim bilir.

Kanırta kanırta, bi' süre sonra bu tuşlar yalama olur. O tok çatt sesini vermez olurdu. Sanki küser gibi. Bazen basılı kalırdı tuşlardan biri. Bıçakla çıkartayım diye uğraşırdık.

Şehir isimleri yazan cam ekranın üstünde krem rengi, kalın kumaştan bir kaplaması vardı. Şeffaf gibiydi. Kumaşın dokumalarının arasından arkası görünür gibi.

Kumaş kaplamanın sağında solunda, koyu renkli yuvarlaklar olurdu. Onun hemen arkasında hoparlörlerinin olduğunu bilirdik. Zaten kumaşın kendisi koyu renkli değildir, arkasında siyah hoparlörler olduğu için koyu gibidir.

Zaman zaman o koyu renkli kısımlara, kumaş kaplamanın arasından örgü şişi batıraraktan, nereye kadar gidiyor diye merak ederdik. Çoğu çocuk, bu şekilde hoparlörleri patlatmıştır herhalde.

Mutlaka arka kapağı çıkartılırdı bunun. İçinde ne var diye bakılırdı. Küçük insanlar* var mı hakkaten diye aranırdı.

Tüpler olurdu, üç-dört tane, ince uzun. Uçları sivri, içlerinde titreşik teller. Radyoyu açınca, bu tüpler yavaş yavaş en dipten kızarmaya başlardı. Isındıkça, kızardıkça bi' garip kokmaya başlardı bunlar. Tozlar mı desek, içindeki teller mi desek… Bi' şekilde kokardı işte. Ender bulunan, sonra sonra özlenen, çocukluğa götüren kokulardan biri olur çıkar bu.

Tüplerin hepsi sapsarı olunca, hoparlörlerden giderek yükselen bi' cızırtı sesi gelmeye başlardı. Hemen ön tarafa geçer, şehir şehir gezerdik çubukla. Hiçbirinden bi' ses gelmezdi. Sadece Ankara'nın kıyılarında bi' yerde çızırtıyla boğulmuş TRT çocuk korosunun şarkıları yükselirdi. Sonra da, saat başı olunca dııt dıııt dıııt "Şimdi haberler…"

Hani şiş sokup hoparlörleri patlatan çocuklar vardı ya, işte onlardan bazıları da, arkasındaki tüpleri, içindeki telleri, rezistansları, kabloları söker, kah kırar, kah kibritle yakıp, nolacak diye merak ederdi.

Çoğu zaman, yanık naylon kokusuna koşan anneyle bu macera da sona ererdi. Sonradan mühendis falan olur zaten bu çocuklar.

Velhasıl böyle de güzel bir oyuncaktır bu vakum tüplü radyolar. Çalışmaz etmez ama güzel zaman geçirtir.

Büyük ihtimal, daha sonraları evin çocuğu televizyonun içini de merak etmeye başlayacaktır. Ama bunun sonuçları pek iç açıcı olmaz. Baba "Bu televizyon neden çalışmıyo, bu koku ne" diye sorunca film kopar.

Radyonun incelenecek yeri kalmayınca, artık eskisi gibi meraklandırmayınca (hala tek parça olarak kalabilmişse) tekrardan tozlanmaya terkedilir. Belki, evin dedesi eski alışkanlıktan olsa gerek, arada başına geçer, "Dur çocuum ajans başlıcak, otur ses etme" der. Bu kadar.