Kara Kitap, romanın başkahramanı Galip’in evi terk eden karısı Rüya’yı ve onun birlikte olduğunu düşündüğü ağabeyi Celal Salik’i araması ile gelişen olayları anlatan bir romandır. Çözümlemete başlamadan önce kitap kahramanlarının isimlerinden ve bize anlattıklarından bahsetmek istiyorum.

Romanın başkahramanı Galip, adını Hüsn ü Aşk mesnevisini yazan Şeyh Galip’ten almıştır. Mesnevideki Aşk’a tekabül eder. Anlatı düzleminde Aşk’ın yaşadıklarının benzerini yaşar. Buna değinmeye çalışacağım ama bu asıl anlamını Şeyh Galip ile Mevlana Celaleddin Rumi ilişkisinde bulur.

Şeyh Galip bir Mevlevi’dir. Mevlana’nın eserlerini okuyarak kendini yetiştirmiş ve şeyhlik mertebesine ulaşmıştır. Onun Mesnevi’yi 14 kez okuduğunu yazar kaynaklar. Eserlerini de Mevlana’dan kaynaklanarak yazmıştır.

Romanımızın başkahramanı Galip de, tıpkı Şeyh Galip’in Mevlana’yı okuduğu gibi, kendisini Celaleddin Rumi’nin yerine koyan köşe yazarı Celal Salik’i okumuş bu okuma sonucunda Şeyh Galip’in şeyhlik mertebesine ulaşması ve Hüsn ü Aşk’ı yazması gibi, kendini bulmuş ve okuduğumuz Galip ile Rüya’nın hikâyesini anlatan Kara Kitap’ı yazmıştır.

Romanın merkez kişiliği köşe yazarı Celal Salik, adını Mevlana Celaleddin’den almıştır. Celal: Ululuk anlamındadır. Ayrıca İsm-i Celal, Allah’ın adlarından biri olan ve en büyük ad kabul edilen Allah’ın adıdır. Mevleviler, sema ederken içlerinden bu adı zikrederler.

Salik: Bir yola giren; bir tarikata girmiş bulunan; gerçek yolcusu demektir. Salik, her varlıkta Tanrı’nın kudretini cezbe yoluyla kavrar. Celal’in yüzlerle harflerin ilişkisini araması biçiminde yansır bu romana.

Celal Salik, Hüsn ü Aşk’taki Sühan’a tekabül etmektedir. Sühan’ın söz anlamına geldiğini düşünürsek, romandaki Celal’in köşe yazıları ve diğer yazılar yerli yerine oturur. Hüsn ü Aşk’ta, Aşk’a yardım eden, onu kurtaran Sühan yani sözdür. Romanda Galip’i tinsel anlamda kurtaran Celal Salik’in yazılarıdır.

Rüya, Galip’i terk eden ve Galip’in arama sürecini başlatan kadın kahramandır. Onun adını hem büyük hem de küçük harfle yazabiliriz aslında. Büyük harfle yazıldığında Galip’in karısıdır; küçük harfle yazıldığında mecazidir; Galip’in kendini bulma hayalini simgeler.

Rüya, Hüsn ü Aşk’taki Hüsn’dür. Hüsn ü Aşk’ta, Aşk Hüsn’e her iki anlamda da kavuşur, romanda Galip karısı Rüya’ya kavuşamasa da, kendini bulma hayaline kavuşur.

Hüsn ü Aşk’ta, Diyar-ı Kalp ya da Kalp Kalesi olarak geçen yer Kara Kitap’ta Şehrikalp Apartmanı olmuştur.

Aşk, Diyar-ı Kalp’e ulaşana kadar, kuyular, cadılar, güzel kadınlar şeklinde beliren sınavlardan geçmek zorundadır. Galip de İstanbul sokaklarında Rüya’yı ve Celal’i ararken benzer serüvenler yaşar. Yeraltındaki kuyu gibi mahzenlere iner, kendisiyle evlenmek isteyen bir fahişeyle yatar, eskiden beri onu seven Belkıs’ın evinde sabahlar. Ama sonunda o da Şehrikalp’e varır.

Aşk’ın yollarda çektikleri, bir müridin kemale ermek için katlanması gereken çileyi simgeler. Galip’in çilesi ise yazabilmek, yaratabilmek uğrunadır.

Kara Kitap ve Oğuz Atay’ın Tutunamayanları

Kara Kitap ve Oğuz Atay’ın Tutunamayanları

Kara Kitap’ın tam bir çözümlemesi yapılacaksa Tutunamayanlar ile arasındaki ilişkiye de göz atmak gerekiyor.

Tutunamayanlar’ın iki öyküsü ve iki başkahramanı var; Turgut Özben ve Selim Işık. Birinci öykü, Turgut Özben’in arkadaşı Selim’in intihar nedenini araştırırken, bir kişilik değişimiyle sonuçlanan ruhsal gelişimini sergiliyor. İkinci öykü, bu araştırma süresi içerisinde ortaya çıkan, Selim ile ilgili bilgilerden oluşuyor. Başka şekilde söylersek, Selim’in öyküsü Turgut’un öyküsünün içine yerleştirilmiş.

Kara Kitap’ın iki öyküsü ve iki başkahramanı var: Galip ve Celal Salik. Birinci öykü, Galip’in karısının kaçış nedenini ve bu arada Celal’in bir çeşit intihar olan kendisini öldürtmeye çalışma nedenini araştırırken bir kişilik değişimiyle sonuçlanan ruhsal değişimi sergiliyor. İkinci öykü, bu araştırma süresi içerisinde ortaya çıkan Celal ile ilgili bilgilerden oluşuyor. Başka şekilde söylersek, Celal’in öyküsü Galip’in öyküsü içine yerleştirilmiş.

Tutunamayanlar’ı yazan Turgut Özben’dir. Kara Kitap’ı yazan Galip’tir.

Selim’in mektubu Turgut’u harekete geçirir, böylece Turgut’un öyküsü başlamış olur. Rüya’nın mektubu Galip’i harekete geçirir ve öyküyü başlatmış olur.

Selim Işık’ın mektubunun içeriği açıklanmaz. Rüya’nın mektubunun içeriği açıklanmaz.

Turgut’un öyküsü kronolojik bir sıra izler, ikinci öyküde ise Selim’in dönemleri karışık bir biçimde sunulur. Galip’in öyküsü kronolojik bir sıra izler, ikinci öykü karışık bir biçimde sunulur.

Tutunamayanlar’da okur, romanın dünyasına Turgut’un bilincinden bakmakla kalmaz, onun ruhsal gelişimini, iç çatışmalarını, değerlendirmelerini ve yavaş yavaş Selim Işık ile özdeşleşmesini izler. Dış olaylar bir önem taşımaz, Turgut’un iç dünyasıdır önemli olan. Kara Kitap’ta okur, romanın dünyasına Galip’in bilincinden bakmakla kalmaz, onun ruhsal gelişimini, iç çatışmalarını, değerlendirmelerini ve yavaş yavaş Celal Salik ile özdeşleşmesini izler. Dış olaylar bir önem taşımaz, Galip’in iç dünyasıdır önemli olan. Bu yüzden okur Rüya’yı yalnız bir kez; uyurken, o da Galip’in gözüyle görür, bir kez de kısa telefon görüşmesini yine Galip aracılığıyla izler.

Selim Işık, İsa mitosundan yararlanır. Celal Salik, Mehdi ve Mevlana…

İstediğini başaramayan, aradığı kimliği bulamayan Selim Işık, ancak Turgut Özben’e ışık tutacak yol gösterecek, ona öz benini bulduracaktır. Fark ettiğiniz gibi, deminden beri yaptığımız şeyi bu cümle için de yapabiliriz; isimlerin yerine Celal ile Galip ismini koymak!

Batı Edebiyatı İlişkisi

Kara Kitap’ta adı verilmeden göndermeler yapılan, hatta bir iç metin olarak kullanılan, Batı Edebiyatı’ndan yapıtlar da vardır.

Mesela, Dante’nin İlahi Komedya’sı. Galip, pavyondan çıkan bir grupla birlikte Merih Manken Atölyesi’ne götürülür ve orada işletme sahibi rehberliğinde kat kat yerin altına inen dehlizlerde ‘yüzlerce umutsuz manken’ ile karşılaşır. Grupta bulunanlardan bir mimarın ‘mankenler cehennemi’ dediği bu yer altı dehlizleri, hiç kuşku yok ki, Dante’nin Virgilius’un rehberliğinde gezdiği ve çeşitli katlara yerleştirilmiş sınıf sınıf günahkârlarla konuştuğu cehennem bölümünden esinlenerek yazılmıştır. Cehennem’den sonra Araf’ı gezerler, ama o sıra göklerin ötesindeki Cennet’e geldiğinde Virgilius bu kutsal mekânda rehberlik edemeyeceği için görevi Beatrice yüklenir. Kara Kitap’ta da Mankenler Cehennemi’nden sonra mimar, Galip ile Belkıs adındaki kadına Süleymaniye Camiini gezdirir, ama sıra minareye geldiğinde mimar çıkamaz ve görevi Belkıs alır.

Başka bir örnek de, pavyonda toplananların sırayla birer birer öykü anlattığı 15. Bölümle, bir villaya sığınanların sırayla birer öykü anlattıkları Decameron kitabı arasında kurulan ilişkidir.

Orhan Pamuk metinler arası ilişkiyle okurun sık sık dikkatini çeker, benzerliklerin altını çizer, yazarların birbirlerinden yararlandığını belirtmeye çalışır.

Romanın ikinci bölümü olan, Boğaz’ın Suları Çekildiği Zaman, İbn Zerhani’den alınmış bir epigrafla başlar. "Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz, yazı hariç." Bu bölüm, Celal’in bir köşe yazısıdır ve insanın fantezi duygusuna seslenen şaşırtıcı bir bölümdür. Bunun öyle olduğunu Kara Kitap da söyler bize. Celal Salik’i eleştiren ihtiyar köşe yazarı "Pek sevildiği söylenen o ‘Boğaz’ın Suları Çekildiği Zaman’ yazısını ele alalım. Kıyamet alametlerinin Mehdi’nin zuhurundan önceki yıkım günlerinin anlatıldığı binlerce yıllık kitaplardan, Kuran’dan, İbni Haldun’dan, Ebu Horasani’den yürütme değil mi o?" diye sorar. Celal de haklıdır, ihtiyar köşe yazarı da: İkisi de şaşırtıcı olanın yazıdan geldiğini, yazılardan yürütüldüğünü söylemektedir. Ve zaten baştaki epigrafın sahibi olan İbni Zerhani de bunu söylemektedir. Kitabın sonunda, İbni Zerhani epigrafının, yazarın Kitabüz Zulmet’inden alındığını, bu kitabın da Bottfolio’nun Obscuri Libri’sinin çevirisi olduğunu öğreniriz. Bu iki yazarın adının üstünde pek durmasam da, kitapların isimlerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Zira Kitabüz Zulmet ve Obscuri Libri de karanlık kitap demektir, ya da Kara Kitap.

Gerçek-Kurmaca Karşıtlığı: Post-modern anlatıda gerçek ile kurmaca iç içe, geçirgen bir yapı içinde sunulur. Gerçeklik düzleminde sergilenen bir olay ya da kişinin serüveni metinde kurmaca düzlemine kayabilir. Gerçek olay ya da figür birden bire rüyaya, bir hayale, bir fanteziye ya da bir masala dönüşebilir veya anlatı içinde buharlaşabilir. Bu bağlamda gerçeklik ile kurmaca birbirine karşıt, birbirini iten veya birbiriyle çekişen kavramlar değil, birbirinin içinde eriyerek hoş bir duygu ve etki bırakan kavramlardır.

Romanda gerçek ile kurmaca karışımının en çarpıcı biçimi Rüya’nın çevresinde gelişir. Rüya, Galip’in karısı ve köşe yazarı Celal Salik’in kız kardeşidir. Galip’in anlattığı hikâyelerle de olsa, romanda Rüya’nın gerçeklik düzleminde yaşayan somut varlığı çizilmiştir.

Bir sabah, kısa bir veda mektubu bırakarak evini ve eşini terk etmesiyle başlayan ve eşi Galip tarafından başlatılan arama süreci ise ikinci düzlemde, kurmaca düzleminde geçen öyküsüdür. Gerçekçilik düzleminde çizilen kadın figür olan Rüya, bu aşamada hayale, rüyaya dönüşür. Yani Galip’in gerçekleştirmek istediği hayaline…

Kısacası Rüya, Galip’in hem karısıdır hem de onun kendi benliğini arayıp bulmasında hayal edilen bir simge, güzel bir düş olmuştur. Kişi, böylece nesneleşmiştir. Bilindiği üzere, öznenin nesneye dönüşmesi veya buharlaşıp yok olması post-modern romanın ilkelerindendir.

Orhan Pamuk okuyanlarını etkileyen en önemli meselelerden biri; onun metinlerindeki gerçeklik ve kurmaca ayrımının net olarak yapılamayışıdır. Pamuk’un kitaplarında kurmaca metinle somut yaşam birbirine geçer. Okurken istemsiz bir biçimde roman kahramanını yanınızda ararsınız yahut daha önce tarihte var olmuş bir insan olduğunu düşünürsünüz. Bunun sebeplerinden biri romanın içindeki mekânların gerçekte var olması ve sizin de o mekânların içinde yaşıyor olmanızdır. Örneğin; Kara Kitap’ta sıkça adı geçen Alaaddin’in Dükkânı somut gerçeklikte, kitapta anlatılan şekliyle vardır. Bedri Baykam Kara Kitap üstüne yazdığı bir yazısında buna değinmiş ve kendisinin de ilk Playboy dergisini amcasına bu dükkândan aldırdığını söylemiştir. Yazarın metninde kullandığı bu gerçeklik örgüsünü; kurmaca ile gerçekliği, iç içe yansıyan aynalar şekline benzetebiliriz. Belki de bu sonsuz döngü, bizde "Hangisi gerçek?" sorusunu ortaya çıkarıyor. Kurmaca metnin aslında gerçek olduğunu, yazar metinlerde söyledikleriyle güçlendiriyor ama bizden kitabı okurken onun sadece yazı olduğunu bilmemizi de bekliyor. Bizde yaratılan bütün bu "kafa karışıklığı"nın sebebi; gerçeklik katmanları arasındaki sınırların yok edilmiş olması. Romantiklerin eskiden beri kullandığı bu teknik, postmodernist sanatçı tarafından okuru metnin içine çekmek için kullanılıyor.

Son olarak, post-modern yazarlar ve Türkiye’de Orhan Pamuk genellikle intihal üzerinden eleştirilirler. Onların yaptığının ‘başka bir yerlerden aşırmak’tan ibaret olduğunu söylerler.

Kara Kitap’ta Orhan Pamuk buna kahramanı aracılığıyla, aslında bizzat, cevap verir:

"Dünya dediğimiz rüyalar âlemi, bir uykudagezerin şaşkınlığı içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak istediğimiz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler. Şimdi:

    Bu düşler evinin odalarındaki tıkırtılı saatlerin birinin doğru ya da yanlış olduğunu söylemek saçmadır.

    Odalardaki saatlerden birinin öbüründen beş saat ileri olduğunu söylemek de saçmadır, çünkü aynı saatin yedi saat geri olduğu sonucu da aynı mantıkla çıkarılabilir.

    Saatlerden biri dokuzu otuzbeş geçeyi gösterdikten herhangi bir süre sonra, evdeki başka bir saatin dokuzu otuzbeş geçeyi göstermesinden, ikinci saatin birincisini taklit ettiği sonucunu çıkarmak da saçmadır."

Kara Kitap’ta Orhan Pamuk birkaç örnek sıralamış fakat ben bana en çarpıcı gelen örneği sunmak istiyorum:

"Üçüncü Mustafa devri şeyhülislamlarından Hacı Veliyüddin Efendi, 1761 Mart ayında, bir Cuma akşamı evine gelip yazı odasındaki muhteşem dolabı gören geveze bir dostunun, "Hoca Efendi, dolabın da aklın kadar karışıkmış!" yolundaki saygısız ve münasebetsiz sözü üzerine, ani bir ilhama kapılıp, hem aklında hem de ceviz dolabında her şeyin yerli yerinde olduğunu, ikisini birbirine benzeterek kanıtlayan uzun bir mesnevi yazmaya başlamış. Bu eserde, iki kapaklı, dört gözlü ve on iki çekmeceli Ermeni işi o şahane dolapta olduğu gibi, aklımızın içinde de, saatleri, mekanı, sayıları, kağıtları ve bugün ‘nedensellik’, ‘varlık’, ‘zorunluluk’ dediğimiz nice ıvır zıvırı saklayan on iki göz olduğunu Alman filozof Kant’ın saf aklın on iki kategorisini sıraladığı o ünlü eserini yayımlayışından yirmi yıl önce göstermesine bakıp, Alman’ın onu taklit ettiği sonucunu çıkarmak yukarıda saydığım 3. Cins saçmalığa örnektir."

Son olarak; romanımızın başkahramanı Celal Salik’ten bahsetmek istiyorum. Köşe yazarı Celal Salik, yazılarını hep başkalarının yardımıyla yazdığını belirtir. Çünkü ona göre "… önemli olan yeni bir şey ‘yaratmak’ değil, daha önceden, binlerce zeka tarafından binlerce yılda yaratılmış olan harikaları bir köşesinden, bir ucundan değiştirerek yepyeni bir şey söyleyebilmektir."