Godot'yu Beklerken Hakkında...

Samuel Beckett tarafından 1949 yılında yazılan ve 1953 yılında Paris'te ilk kez sahnelenen Godot'yu Beklerken, açıkçası tüm sanat tarihinin en başarılı varoluşçu eserlerinden biridir. Oyunda gelişen olayların konusu, Vladimir (Didi) ve Estragon (Gogo) ikilisinin "Godot"yu beklemesi üzerine şekillenir. Oyunda yer alan diğer karakterler ise Pozzo (efendi rolünde), Lucky (köle rolünde) ve yalnızca iki sahnede gördüğümüz Haberci rolündeki Çocuk‘tur.

Tekniğiyle İlgili Olarak

Tekniğiyle İlgili Olarak

Godot'yu Beklerken'de kullanılan anlatım tekniği, olabildiğine imgesel bir anlatım üzerine kuruludur. Bu yöntem, olaylardan ve karakterlerden, seyircinin/okuyucunun anladığının çok öznel olmasına sebebiyet verir ki eser yayınlandığından ve sahnelendiğinden beri üzerine birçok tartışma yapılmış, birçok farklı görüş ortaya atılmıştır. Öyle ki hatta Beckett, kendisine yöneltilen bir soruya "Ben bile, tam olarak her şeyin neyi temsil ettiğini bilmiyorum." demiştir. Bu durumun estetik anlamda esere kattığı güzellik bir yana, bir diğer güzel yanı da eseri yorumlamada bize özgürlük vermesidir.

Felsefesiyle İlgili Olarak

Felsefesiyle İlgili Olarak

Yazının başında da söylediğim gibi Varoluşçu Felsefenin en başarılı eserlerinden biri olan Godot'yu Beklerken, yine bu düşünce sisteminin doğurduğu ve varoluş sancısı dediğimiz; bireyin, varoluşun anlamsızlığı karşısında çaresiz kalmasını konu edinmektedir.

"There is nothing to be done!"

Yapacak hiçbir şey yoktur onlar için. Bu cümle, onların hem bu çaresizlik karşısında ellerinden hiçbir şey gelmediğini söylemektedir hem de özünde "Yapılabilecek anlamlı hiçbir şey yok!" anlamına gelmektedir.

Eserde önemli bir yeri olduğunu düşündüğüm umut kavramı, bu düşüncenin bir diğer meselesidir. Oyunda "Ölüp gideceğiz ve son bulacağız. O halde yaşamanın anlamı nedir?" sorusunun sorulduğunu ve aslında cevabına ulaşılamayan bu problemin çözümsüzlüğüne rağmen, bireyin umutsuzluğa yenik düşmediğini görüyoruz. Fakat umudun, bu düşüncenin sarılıp sarmaladığı bir değer olduğunu da söyleyemeyiz. Keza oyunda da gördüğümüz ve benim içerik kısmında bahsedeceğim gibi umut, aslında bir yanımızın inandığı diğer yanımızın ise ondan sıkıldığı bir etkendir.

Bir yandan bu sorunun çözümünü ararken, diğer yandan ise hayatımızı aslında çözümsüzlüğü üzerine şekillendiririz. Bu yüzden oyunda, "Hayatı, anlamı yokmuşçasına yaşarız." düşüncesi hakimdir. Bu yargıdan çıkarılabilecek sonuçlar, bireyin yaşamı nasıl algıladığı ekseninde değişim gösterir. Örneğin birey hayatını şekillendirirken daha hedonist ya da daha pesimist bir eğilim içerisinde olabilir veya zaman kavramı bir kişi için en değerli şey olurken başka biri içinse tamamen değersiz olabilmektedir. Ancak Godot'yu Beklerken için konuşacaksak, oyunda gördüğümüz yönüyle Didi ve Gogo pesimist bir eğilim içindedir.

Pozzo'nun monoloğunda da dediği gibi:

"Everyday is the same day!"

Eğer bir gün öleceksek, o halde dünün bugünden farkı neydi? Yarın ne kadar bugünden farklı olur? Hepsi aynı, anlamsız, o sıkıcı gün…

İçerikle İlgili Çözümleme

İçerikle İlgili Çözümleme Munir Özkul- Godot'yu Beklerken

Konu: Varoluşun ve kendi varlığının anlamsızlığının farkında olan bir insanın

hayatının nasıl şekilleneceğinin betimlemesi diyebiliriz.

Gogo ve Didi: Varlığının anlamsızlığının farkında olan bir insanın, 

meseleye yaklaşımı açısından kendi içinde ayrı düştüğü iki farklı tarafı.

Gogo: Çaresizliği kabullenmiş ve umutsuzluğa yenik düşmüş taraf, 

insanın intihara meyilli ve ölmeyi arzulayan hali.

Didi: Anlam arayışından vazgeçmeyen ve yaşamına küçük de olsa bir umutla 

devam etme niyetindeki taraf.

Konuya ait çıkarım için, yazının "Felsefesiyle İlgili Olarak" başlıklı kısmını referans alabilirsiniz.

Gogo ve Didi'nin, birer birer davranışlarını ve monologlarını göz önüne aldığımızda, varoluşun anlamsızlığı karşısında çaresizliğe düşen bireyin içine girdiği ikilemi temsil ettiklerini söyleyebiliriz ki onlar bu ikilemin her iki tarafına ait düşünce, davranış ve özellikleri göstermektedirler. Yalnızca bununla da sınırlı kalmayıp kendi aralarından gelişen diyaloglarda birçok kez birbirlerinin sözlerini tamamlamışlardır. Bir değer detay ise hemen hemen 50 yaşlarındaki bu ikilinin (tiyatro ve filmlerdeki oyuncular baz alındığında) bir diyalogda 50 yıldır beraber olduklarını söylemeleridir. Bu gibi detaylar üzerinde düşünüldüğünde aslında bu iki karakterin aynı kişinin iki farklı tarafı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Hangi karakterin hangi taraf olduğunun çözümlenmesine gelecek olursak, karakterlerin ruhani halleri ve kendi aralarında geliştirdikleri diyaloglar aslında bu çıkarımı kolaylıkla yapmamıza olanak tanıyor. Örneğin, Estragon (Gogo) birkaç diyalogda dekor olarak bulunan o yalnız ağaca kendilerini asmaktan ve oyun esnasında sürekli bulundukları yerden gitmekten bahseder. Basit bir tesadüf ya da planlanmış bir kelime oyunu olarak bakabiliriz fakat isminin "Go go" olmasının da manidar olmadığını söylemeden geçemeyeceğim. Didi ise tam tersi, hayata daha bağlı, beklemekten yana ve olayların çok daha farkında olan taraftır. Daha hareketlidir ve asla ne yaptıklarını unutmamaktadır. Bu durumu, onun hayatın daha fazla içinde olduğu ve hayata daha bağlı olduğunu söylemek için kullanabiliriz. Bir diğer diyalogta ise Gogo, Didi'ye şöyle söyler: "Sen zaten son ana kadar beklersin." Bu diyalogla beraber, umut sahibi olan tarafın Didi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu ikilinin bütün oyuna yayılan ve eserin alt metnine seslenen en belirgin ve bilindik diyaloğu ise Gogo'nun sürekli unutup bir yerlere gitmek istemesinden bahsetmesinin üzerine Didi'nin "Godot'yu bekliyoruz." cevabını vermesidir. Aslında bu diyalog, bu ikili arasındaki ayrımı görebilmemiz için en belirgin işarettir. Peki, Godot'nun temsil ettiği nedir? Bir kişi midir, yoksa kavram mı?

Godot'nun kendisinin değil ama "Godot'yu Bekleme" işinin, "anlam arayışı" olduğunu düşünüyorum. Gogo ve Didi, her gün gelip Godot'yu beklerler ama o, elbette hiç gelmemiştir ve gelmeyecektir de. Bu sebepten ileri gelecek şekilde, aslında vurgulanmak istenen Godot'nun kim ve ya ne olduğu değil; Godot'yu bekleme işinin kendisidir. Ki insanın da yaptığı, asla bulamamasına rağmen her gün yaşamına anlam kazandıracak bir şey aramak değil midir? Her gece bulamadan yatsa da, her sabah, bir umutla yeniden uyanır. Bu düşünceler ışığında şöyle bir tanımlama yapabileceğimizi düşünüyorum.

Godot: Bireyin hem varoluşa hem de hayatına atayabileceği anlamın kendisi.

Godot'yu Beklemek: Bu anlamı aramak ve hayattan vazgeçmeden onu beklemek.

Bu durumda, her akşam gelip, "Godot haber gönderdi, yarın gelecekmiş." diyen çocuğun da Umut‘u simgelediğini düşünüyorum. Çocuğu oyun sırasında aslında iki kez görürüz ancak aslında o her gün gelir ve her gün Godot'nun yarın geleceği haberini verir. Her gün Didi ona inanır ve ertesi gün Gogo'yla beraber tekrar gelirler. Fakat Gogo ne çocuğu ne de (ilerleyen sahnelerde tekrar görünen) Pozzo'yla Luck'yi hatırlamaz. Aslında Didi ve Gogo'nun, bahsettiğim o "iki tarafın" hangilerini simgelediklerine dair bir diğer referans da bu durumdur. Şöyle açıklayabiliriz: Umut sahibi olan tarafın Didi olmasından dolayı o, çocuğu hatırlayabilirken Gogo çocuğu hazırlamaz.

Didi, "Dün de gelip böyle söylemiştin, beni hatırlamıyor musun?" der. Çünkü her gece yastığa kafasını koyarken yarına dair umut besler. Ancak Çocuk, Didi'ye cevap olarak onu hatırlamadığını söyler. Çünkü çocuğun görevi, Didi'ye Godot'yu getirmek değildir; o sadece geleceğini dair haber vermekle yükümlüdür. Ancak Godot hiçbir zaman gelmeyeceği için çocuk Didi'yi hatırlamaz.

Çocuk: Umudu imgelemek için kullanılan haberci karakteridir.

Pozzo ve Lucky'e gelince, onların iki farklı şeyi karşıladığını düşünüyorum. Ama öncelikle onlar hakkında bilmemiz gereken çok absürt olduklarıdır. Hem aralarındaki ilişki açısından hem davranışları hem de görünüşleri, oyunun tamamına yayılan o absürt olay ve durumları çok daha yukarıya çekiyor. Bir diğer deyişle, bu ikisi saçma sapan bir haldeler. O yüzden şunu söyleyebilirim ki, bu ikisiyle ne söylenmek istenmişse, o şey de saçma sapan olmak zorundadır.

İlk kez göründüklerinde, bize en belirgin gelen şey, insanların kurdukları sistemin, ezen ve ezilen insanların üzerine kurulduğu mesajını taşıdıklarıdır. Ve bir şekilde, hala köleliğin devam ettiği… Yeni köleler daha şık belki, daha güzel giyiniyorlar, evet ama hala köleler! Üstelik o kadar aptallar ki "Yüklerini bırakıp kurtulabilecekleri halde efendilerine kendilerini beğendirebilmek için sürekli bu yükleri taşıyorlar." deniliyor bize. Bu görüntü bize hem mevcut sistemin saçmalığı hem hayatın insan eliyle daha anlaşılmaz bir hale getirilmesi hem de insanlığın -Einstein'ın da değimiyle- sonsuz aptallığının anlatıldığını düşündürüyor.

Pozzo ve Lucky'le alakalı bir diğer mesele de şu: Didi, ikili sahneden ayrıldıktan sonra onlar için şöyle diyor "Zaman daha hızlı geçti." Hayatımızda bizi eğlendiren ve zamanın daha hızlı geçmesini sağlayan, bu anlamsız hayatı daha yaşanabilir yapan, gün içerisinden yaşadığımız bazı olaylar vardır. Ama hepsi yine absürttür, anlamsızdır. Zevklerimiz, üzüntülerimiz, mutluluklarımız, acılarımız… Hepsi geçici ve aslında tek yaptıkları zamanı daha hızlı geçirmek. Ama ölümü bekleyen biri için, zamanın daha hızlı geçmesi, bir lütuftur. Bir diğer işaret ise, Didi onları oyunda ilk kez görmesine rağmen, Pozzo ve Lucky için "Ne kadar da değişmişler!" der. Şunu anlıyoruz ki Didi onları daha önceden gerçekten de görmüş ve biliyoruz ki oyunun devamında tekrar görecek. Bu da, Pozzo ve Lucky'nin günlük hayatta insanların zamanının geçmesini sağlayan olaylara benzetildiği düşüncesini daha da destekler niteliktedir. Çünkü olaylar her gün değişir ama nitelikleri hep aynıdır, hep absürtlerdir. Bu durum da göz önüne alındığında, Pozzo ve Lucky'nin, gün içinde yaşadığımız ve hayatımıza biraz olsun hız ve ilginçlik katan bu olaylarla benzerliklerini göz ardı edemiyoruz.

Godot'yu Beklerken Çözümlemesi üzerine söylenebilecek daha birçok şey olmasına rağmen, bu yazıyla eser üzerinde yeterli bir farkındalık yaratılabileceğine inanıyorum. Samuel Beckett'ın, varoluşçu felsefeyle kaleme alınmış bütün eserler arasından, bence en başarılısını ve güzelini ortaya koyduğunu düşünüyorum. Kitabı edinemeyenler veya tiyatro oyununa gidemeyenler için, esere ait 2001 yılında çekilmiş İrlanda yapımı filmi de tavsiye ederim