Herkesin bildiği gibi basitçe, insan; doğar, büyür ve ölür. Düzen böyle işler ve eğer Benjamin Button adında bir film kahramanı değilseniz de fizyolojik olarak aynı süreç baş gösterir.

Yaşlanmak, işin doğasıdır. Süreç karşı çıkılamaz bir kesinlikle, bir nevi bataryayı tüketmek şeklinde işler. Rutin asla bozulmaz ve hayatın bu devinimi bildiğimiz -en azından benim aksini iddia edemeyeceğim- kadarıyla bir sonuca ulaşamamakla sona erer.

İşte bu süreç, ilk olarak bir gerçeklikle başlar. İnsan doğduğu ilk anda gerçekliğe ayak basar ve o günden itibaren bunun bir parçası olur veya olmaya çalışır. Büyük şeyler üzerinde düşünebilecek, tümeli kavrayıp, kendisi dâhil her şeyi sorgulayabilecek yetiye sahip olana dek gerçeklik insanın değişmez bir parçasıdır. Bu yetiyi kazanmak için çok fazla şey gerekmez. Biraz empati, biraz düşünce gücü, biraz sorgulamak sizi bu yola hemen ulaştırmaya yeter. Tam o anda insan, o ana kadar ayaklarını bastığı, sırtını dayadığı yerden, başka bir düzleme açılan çok faklı bir kapı bulur. Gerçekliğin unutulacağını veya ondan vazgeçileceğini söylemiyorum. Sadece neredeyse her insanın zihninde açtığı ama acı biçimde herkesin varlığını fark etmediği o kapının, insana; o güne kadar elinde olanlardan fazlasını sunduğunu söylüyorum. O kapıdan ileriye adımını atmak, gerçeklikle başka bir şeyin arasında sıkışıp kalmak demektir. İleriye atılan her adım, insanın hayatını iyi veya kötü anlamlandırmasını sağlayacak bir şey doğurur. Bu şeyin adı, onlarca asırdır konmuştur. Kimileri hayatlarının sonuna kadar, kimileri de kısa süreli olarak bu ikilemin içinde sıkışır kalır. Bu noktadan sonra kaybedilen ve kazanılan çok şey vardır. Ama tartının hangi tarafının ağır bastığı hiçbir zaman net değildir.

Bence felsefe, -en azından teoride- bu şekilde var olmuştur. Ama konumuz tam olarak, felsefenin ne olup olmadığı değil. Benim hikâyem; o kapıyı fark ettikten sonra, gerçeklikten neye doğru sürüklendiğimiz hakkında.

İnsanın zihninde açılan o kapı, bireyin gerçeklik dediği düzlemin, yavaş yavaş silikleşmesine yol açar. Eğer o kapının açtığı yoldan sapmazsanız, gerçeklikle olan ilişkiniz giderek soyut bir hal alır. Kapının vaat ettiği şey sizin gerçeğiniz olmaya başlar. İnsan düşünür, sorgular, var olmayanı düşler, kendine yön vermeye çalışır, rahatsızlık duygusunu kaybetmemecesine kazanır. Kısaca, benim adını koymaktan çekinmediğim şekilde, bir hayal âleminde kendi gerçekliğini kurar. Hayalin insanda bıraktığı en büyük etkiler; rahatsızlık ve olmamışlık hissidir.

gercekten hayale2Hayat devam eder ama gerçeklik sizi o kapının varlığıyla hayale sürükler. Hayal de, artık hiçbir zaman kurtulamayacağınız bir rahatsızlığı bünyenize işler. Attığınız her adım, söylediğiniz her söz zihninizde sorgulanır. Yaptığınız yapmadığınız her şey, söylediğiniz söylemediğiniz her sözcük artık gerçeğin değil, zihninize o tohumu eken hayalin konusudur. Ve artık rahatsızlık ve sorgulama hiçbir zaman yakanızı bırakmaz. İnsan; yaşarken tereddüt eder, tereddüt ederken zaman geçer, zaman geçtikçe çürür, çürürken de pişman olur ve hep ikinci şansların, düzeltmesi gerektiğini düşündüğü şeylerin yani imkânsızın varlığının peşinden koşar. Bu gidişin farkında olsa dahi bundan vazgeçmeye, hayal denilen bataklığın kendisini çekmesine izin vermemeye enerjisi yoktur. İçinden çıkılamayan bu bataklık, insanda rahatsızlığı kalıcı kılar ve bunun içinden çıkmayı olanaksızlaştırır.

Kapıdan geçen ve o yolda devam eden her insanın bu problemi yaşadığını söylemek amacında değilim. Ama günümüz toplumu, bu problemin varlığı altında ezilen, bunun üstesinden gelemeyen insanlarla dolu. Çözüm onlar için net ya da ulaşabilecekleri bir noktada değil. Bu da, gerçeğin araladığı kapıda bulduğumuz hayalin, onlar için ne kadar özümsendiğinin ve bir çıkmaz sokak doğurduğunun göstergesi. Kapıyı kapatıp o yoldan uzaklaşmak çözüm değil, çünkü o yolun var ettiği tek şey bu değil. Ama sanırım o yoldaki en büyük problemlerden biri bu. Hayal dediğim bu durumun, insanı sürüklediği bu bataklıktan kurtulmak, hayalin insan hayatını zehirlemesinin önüne geçmek gerek. Ama onun var oluşunu ortadan kaldırarak değil. Felsefenin de bir parçası olarak var ettiği bu günlük problemi aşmak şart. Hayat denilen şey, klişe tabirle harcanamayacak kadar kısa. Günler, aylar, yıllar geçiyor, batarya bitiyor ve ben hala çözümü bilmiyorum. Ya siz?