Evlenmeye karar verdiğimizde Ali bana alyans almamıştı. Laf aramızda, bir parça hayal kırıklığına uğradığımı kabul etmek zorundayım. Geçen yıl bir gün Elaine ile birlikte kuyumcuya gidip kocaman bir pırlanta yüzük aldım kendime.
Gerçekten çok güzeldi. Eve döndüğümde Ali divana oturmuş gazete okuyordu. “Bugün neler yaptın?” diye sordu.
Dedim ki, “Elaine ile alışverişe gittim.”
Ali, başını gazetesinden kaldırmadan, “Nereye gittin?” diye sordu.
“Kuyumcuya.” dedim.
İşte bu söz, dikkatini çekti. Gazeteyi bırakıp ona uzattığım elime baktı; parmağımdaki yüzük pırıltılar saçıyordu. Ve şu ölümsüz sözler döküldü ağzından: “Çok yakışmış.”
Ali’nin bu yönünü çok seviyorum. Evlilik hayatında çiftlerin birbirini beslemesini sağlayan davranışlar konusunda becerikli olmadığını kendi de biliyor. Ama benim beslenmemi istiyor o, bunu kendi kendime yapmam gerekse de.
Annemin hayatını mı tekrarlıyordum yoksa? Bu soru kafama takılmıştı. Yüzüğü gerçekten isteyerek almıştım. Daha önce hiç böyle bir şeyim olmamıştı. Gösteriş merakı mıydı bu?
Parayı daha akıllıca harcayıp başka birşey alamaz mıydım?
Alırdım elbette. Bir tahvil ya da hisse senedi?
Geleceğe, emeklilik günlerime, torunumun üniversite eğitimine falan yatırım yapmak? Olabilir. Ama ben, şu anlayıştan yanayım: İnsanın arada bir kendi zevki için para harcaması ruha gıdadır. Hiç suçluluk duymayın. Ağacın gövdesine bu sayede bol bol su vermiş olduğunuzu düşünün.