Resident Evil: Revelations Oyun İncelemesi

DAHA FAZLA RUH ÇAĞIRMAK YOK!

DAHA FAZLA RUH ÇAĞIRMAK YOK!

“Falanca seri artık eski tadı vermiyor!” şikâyeti, hem oyun dünyasında, hem sinema mecrasında hem de edebiyatta en sık işitilen serzenişlerden biridir. Aslında maruz kaldığımız bu hızlı teknolojik ve kültürel değişimi düşündüğümüzde; bazı şeylerin yerli yerinde kalmaması kadar doğal bir sonuç olamaz! Sadece çevremizdeki değil, kendi karakterimizdeki değişimi gözlemleyebilmek için bile çok fazla geriye gitmemize gerek yok! Kaçınız şu Facebook’un zaman tüneli ilk defa karşınıza çıktığında birkaç yıl önce yazdığınız yorumlarla tekrar karşılaşıp, aceleyle silme işine girişmedi ki?

Eh! Oyun dünyasında on altı yıl gibisinden uzuuuuunca bir ömre sahip olan bir seri söz konusu olduğunda, tanık olduğumuz değişimi de garipsememek lazım haliyle! Bu süreç içerisinde sadece bizlerin sahip olduğumuz beğeniler değişmekle kalmadı üstelik! Bambaşka bir eğlence ve tüketim anlayışına sahip, yeni bir nesil katıldı oyun severler arasına! Doğal olarak, Capcom gibisinden, her koşulda paraya endeksli düşünen devasa bir firmanın; oyuncuların beğenilerini toptan değiştirmek yerine, bu yeni trendlerin önünü açan oyunların uyguladığı metotlara eğilmesi / öykünmesi işten bile değil!

Capcom, Resident Evil serisinin beşinci oyunu ile almış olduğu eleştirilerin (kendi açısından belki de ‘yenilginin’) üzerini kapamak için iki farklı koldan saldırmayı uygun gördü. Eh! Bir tarafta durmadan genişleyen bir video oyun evreni, diğer tarafta ise bu oyun evrenini kafasına göre yorumlama derdine düşmüş bir sinema uyarlamaları silsilesi olduğu düşünülürse; Resident Evil’ın ruhuna dair geride pek fazla bir şeyin kalmadığını iddia etmek hiç de yanlış sayılmaz. Bizler de durmadan, bıkmadan, usanmadan “Oyunseverlerin kalp ritmini kurcalayan keyifli bir ‘survival horror’ öncülü olduğu zamanlar çok çok gerilerde kaldı artık” cümlesini papağan gibi tekrarlıyorduk ki, Capcom ekibinden birkaç açıklama geldi. Bunlardan biri serinin altıncı oyunu ile birlikte, hem eski ruhu koruyan hem de yepyeni bir oyun mekaniği ile oyun severleri mest edecek bir devam hikâyesinin geleceği müjdesiydi. Fakat zamanla proje gün yüzüne çıkmaya başladı ve altıncı oyunun, salt eski Resident Evil atmosferini özleyen oyuncuları avlamaktan ziyade; bir önceki oyunun teknik hatalarını kapatan ve bununla birlikte bünyesindeki aksiyon dozunu daha da arttıran bir yeni nesil ürün olacağını anlamaya başladık! Fakat Capcom ekibinin bütün sürprizi sadece bundan ibaret değildi elbette!

NEREYE KAÇACAKSIN CHRIS!

Eh miladı dolmuş ya da çehresi değişmiş olan pek çok serinin ruh çağırma seanslarının “tuttuğu” bir dönemdeyiz artık! Dolayısıyla Resident Evil serisinin de bir çeşit geri dönüş hamlesinde bulunması oldukça ihtimal dahilindeydi. Tabi Capcom, yine çakallığını yaptı ve bir devam oyununu olduğu gibi riske atmak yerine; iki farklı proje ile oyun severlerin karşısına çıktı. Bir tarafta günün oyun trendlerini yakalamak için haldır huldur koşturan ve Resident Evil evrenini kelimenin tam anlamıyla genişleterek daha fazla hareket kabiliyeti kazandıracak olan altıncı oyun vardı elbette! Diğer tarafta ise, grafik rötuşlar dışında büyük ölçüde orijinaline sadık kalan Revelations yükseldi! İyi ki yükseldi… Böylece biraz olsun, birbirini tekrar eden oyun mantalitesinin dışına taşarak, nefes almayı başardık!

Aslında Revelations’ın bünyesine eklemlediği en önemli unsur; modern olduğu iddia edilen oyun oynama anlayışına, Resident Evil’ın klasik bileşenlerini boca etmesi! Ama gelin görün ki artık ne oyun dünyasında ne de sinema dünyasında böylesine basit hamleler ile hedef kitleyi memnun edebilme gibisinden koskoca bir olasılık bile, bir çeşit risk olarak kabul ediliyor. Eh, milyon dolarlar ile oynayan firmaların, rakipleri ile bitmek tükenmek bilmeyen bir yarışa tutuştuğu düşünüldüğünde, bu türden tercihlerin “geri adım” olarak algılanması da her zaman ihtimal dahilinde. O sebepledir ki Capcom’un Revelations’ı pazarlarken “bu oyun eski RE ruhunu arayan oyun severler için özel olarak paketlenmiştir!” diye bas bas bağırması da boşuna değil tabi ki!

Revelations’ın oldukça konsantre bir konusu var ve RE evrenine başarılı bir biçimde adapte edilebilecek şekilde anlatılıyor. Yani RE6’da olduğu gibi “daha geniş çaplı, kelimenin tam anlamıyla üç kıtaya yayılan kallavi bir hikaye anlatıyoruz” iddiasından eser yok! Hatta ve hatta neredeyse tezat oluşturacak biçimde Revelations’ın hikâyesinin odağında, ağırlıklı olarak Queen Zenobia isimli bir gemi var!

Oyun çoğunlukla bu gemide geçiyor. Daha doğrusu hikâyenin akıbetini belirleyen olayların büyük bir kısmı burada vuku buluyor. Tabi Capcom, iddiasını bir adım daha ileri götürüp, oyununun tamamının tek mekânda geçmesini göze alamamış. Yine de geminin içinde geçen sahnelerin tamamı, 90’lı yıllarda RE serisinden aşina olduğumuz biçimde makyajlanmış diyebilirim. Zaman zaman serinin dördüncü oyununa göz kırpsa da, bu benzerlik daha ziyade oyunun renk paleti ile sınırlı kalıyor.

Tabi, terazide oyunun modern tasarımı da fazlasıyla yer işgal ediyor. Daha başlangıç aşamasında olayların fazlasıyla hızlı geliştiğine tanık oluyoruz ki bu da oyunun artı hanesine bir puan daha eklememizi sağlıyor. Sonuçta Resident Evil serisine bir şekilde aşina olan kitleyi hedef aldığını düşünecek olursak Revelations; hikâyeyi anlatmak için, oyuncuları ufak ufak yemlemekten ziyade, ilk saniyesinden itibaren maceranın kucağına çekmeyi planlıyor.

Hem öykü oldukça hızlı bir biçimde işlenmiş hem de oynanış süreci hikâyenin dinamikliği ile yarışırken tökezlenmeyecek bir şekilde hesaplanmış. Oyun, tıpkı dizi mantığı ile çeşitli bölümlere ayrılmış ve her bölümün başlangıcında, adet olduğu üzere, bir önceki bölümün özeti veriliyor. Son yıllarda dizi estetiğinin hemen hemen her sanat dalına sinmeye başladığı düşünüldüğünde, RE serisinin de bundan nemalanması garip değil! Fakat benzer metoda baş vuran pek çok emsaline nazaran, Reveletions’da özellikle bölüm sonları çok başarılı bir biçimde ayarlanmış. Zaman zaman hikâyeden kopan ya da uzaklaşan oyuncunun bile, bölüm finallerinin ardından, öyküye dair merakının hortladığını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz!

Bütün bunların yanı sıra, Revelations hakikaten de geçmişe dair özlem duyan oyun severlere yönelik irili ufaklı sürprizler barındırıyor. Öncelikle Queen Zenobia içindeki o terk edilmişlik ve kıstırılmışlık hissi, oldukça dar ve klostrofobik koridorlar, zamanında Racoon City sokaklarında attığımız adrenalin dozu yüksek voltaları hatırlatıyor bizlere! Elimizdeki silahların gücüne sığınmak yerine, kıt sayıdaki kurşunlarımızı hangi kapının ardında, hangi düşmanların üzerine boşaltacağımızın derdine düşüyoruz. Tıpkı eskiden olduğu gibi, fazla kurşun topladıktan sonra “eh şimdi karşımıza ne çeşit bir mahlukat çıkacak?” diye gerim gerim geriliyoruz. Günümüzde Amnesia gibisinden bağımsız oyunların diriltmeyi başarabildiği bu korku – gerilim hissiyatının yanına yanaşabilmesi açısından bile Revelations fazlasıyla dikkate değer bir örnek!

Öyküye geniş plandan bakacak olursak eğer; işleyişi her ne kadar başarılı ve merak uyandırıcı olsa da, fikir açısından pek de çekici değil kabul edelim. Yine T- Virüsünün bitmek bilmeyen varyasyonlarından birinin yaydığı dehşetin izini sürüyoruz. Bol bol flashback ve paralel kurgu ile beslenen hikâye; tıpkı RE6’da olduğu gibi farklı karakterler ile ilerliyor. Fakat burada her karakterin kendi hikayesi yok. Karakterleri, çapraz ve paralel kurgudaki sıralarına göre kontrol ediyoruz. Dolayısı ile Queen Zenobia, bütün bu öyküleri birleştirme görevi üstleniyor bir nevi!

Zaten oyunun, öyle aman aman bir senaryoya yaslanma türünden bir derdi yok! Amaç, özellikle PSX döneminde yaşadığımız o primitif (daha doğrusu bu dönemin şartları düşünüldüğünde bize primitif gelen) havayı oyunculara yeniden solutabilmek. Açıkçası bu iddiasını da büyük oranda gerçekleştiriyor. Her ne kadar öyküye hızlı bir giriş yapsa da, kendinizi oyunun kollarına teslim edebilmeniz belli bir zaman alıyor. Fakat ritmi tutturduğunuz andan itibaren Revelations’dan, beklediğinizin çok daha fazlasını alıyorsunuz.

Her şeyden önce karakterlerin, modern survival horror’lardakine oranla “eksik” kabul edebileceğimiz becerileri gerilim unsurunu besliyor. Yani Chris’i ya da Jill’i fütursuzca yaratık pataklarken görmek ya da yakın dövüşten gereğinden fazla medet ummak gibi bir iddiası yok oyunun –ki bunun da bir başka önemli artı puanı olduğunu söylemek yerinde olur.

Oyun dünyasında özlediğimiz ve yine Amnesia ya da Cryostasis gibi düşük bütçeli oyunlar dışında pek sık rastlamadığımız kapalı mekân gerilim unsurlarının büyük bir çoğunluğunu Reveletions’da bulmak; bizdeki manevi değerinin kat sayısını da arttırıyor ister istemez. Yaratık tasarımları açısından da kalibresine oranla zengin sayılabilecek bir örnek var karşımızda. Örneğin eski baş ağrımız olan Hunter’lar yepisyeni özellikleri ile bizlere rahatsız edici kaşıntılar bağışlayacak orası kesin! Bunun dışında genel anlamda Resident Evil’dan ziyade Silent Hill serisini andıran kaygan, vıcık vıcık yaratık tasarımlarının ağırlıkta olduğunu söylemek doğru olur. Her ne kadar çoğunlukla hantal hareket etseler de, dar koridorları kaplayan cüsseleriyle oyunculara soğuk terler döktürmeyi kendilerine görev bilmiş durumdalar.

Revelations’ın odağında Chris ve Jill var. Eh! Sinema filmlerinin abukluğuna inat, eski karakterlerden vaz geçmeyen seri; Revelations’da da eski yıldızlarının paslaşmasına dayalı bir öykü sunuyor oyunculara. Bu gün serinin soyunduğu abartılı sol kroşelere meraklı öykülerin aksine; iddiasız başlayan, ince ince işlenen bir yapısı var. Tabi sağ gösterip sol çakma alışkanlığı her zamanki gibi devam ediyor. Her halükarda, bir çeşit boşluk doldurma öyküsünden daha fazlasına sahip diyebilirim Revelations için.

Sözün özü, oyun severlerin “geçmişe duydukları özlem” klişesinin bile sıcak bir gelir kapısına çevrilmeye müsait ve türlü ucuz numaralara gebe olduğunu biliyoruz. Açıkçası Revelations projesini ilk duyduğumda da, bu oyunun özlem sömürüsüne kurban gidecek bir başka sıcak gelir kapısına dönüştürüleceğine adım gibi emindim. Neyse ki ön yargılarımın buzları, oyun süresince birer birer eridi.

Revelations kelimenin tam anlamıyla geçmiş RE serilerinin ruhunu çağıran ve bunu yaparken de başarılı olan bir yama işlevi görüyor! Her ne kadar, biz canımızı sırtımıza almış vaziyetteyken, oyundaki partnerlerimiz bize yardım etmek yerine çoğunlukla olan biteni alık alık izlemeyi tercih etseler de; varsın oyunun en büyük kusuru bu olsun diyerek göz yumma feragatini çok görmemek gerekir diye düşünenlerdenim. Oyun dünyasının pençesinde debelendiği, bunca görsel curcunalı, gürültülü, uçsuz bucaksız yarış içerisinde, bundan iyisi Şam’da kayısı!