Metro: Last Light - Oyun İncelemesi

METRO’NUN KASVETLİ GÖLGELERİ İLE YENİDEN…

METRO’NUN KASVETLİ GÖLGELERİ İLE YENİDEN…

Dmitry Glukhovsky’nin kaleme aldığı karanlık mı karanlık bir kıyamet sonrası çizen Metro 2033’ü hatmetmemizin üzerinden üç sene geçmiş dile kolay! Çevreci faaliyetleri ile de bilinen ve daha çok bilim kurgu, magic-realizm, sosyal ve politik yapılar üzerine yaptığı araştırmalar ile tanınan genç gazeteci Glukhovsky’nin kaleminden süzülen bu yeni nesil post apokaliptik öykünün en başarılı tarafı, hiç kuşkusuz, her bir köşesi bir başka medeniyet alanına dönüştürülen ve geniş çaplı beynelmilel bir yapıya kavuşan metronun, klostrofobik ve boğucu atmosferini okuyucuya, iliklerine kadar hissettirebilmesiydi.

Metro 2033, dünya okuyucusu ile buluştuğu 2007 yılında, Kopenhag EuroCon yarışmasında, Avrupa Bilim Kurgu Topluluğu (The Eurepean Science Fiction Society) tarafından Teşvik Ödülü’ne layık görüldü. Eh malumunuz, post apokaliptik senaryoların görmüş olduğu rağbetten de fazlaca nasibini alan kitap, kısa sürede 25 farklı dile çevrildi. Sadece Rusya’da 1 milyondan fazla okuyucu ile buluşarak, kendi türünde bir de ilke imza atmış oldu. Kitaba gösterilen bu ilgi, elbette ki yapımcıların da radarından kaçmadı ve kitabın Türkçe’ye çevrilmesi ile hemen hemen aynı dönemde; kitaptan uyarlanan video oyun da piyasaya sürüldü.

Aslında bakacak olursanız bu durum, oyun ve edebiyat dünyası için bir ilk olmuştu. Çünkü hiçbir edebi eserin, bu kadar hızlı bir şekilde oyuna uyarlanması, biz oyun severlerin daha önce karşılaşmadığı bir hamleydi. Metro 2033’ün video oyununa dair oldukça etraflı bir yazıyı geçtiğimiz yıllarda Korku Sitesi için derlemiştim. O sebeple burada bir önceki oyunun karanlıklarına yeniden girme ihtiyacı hissetmiyorum. Malum, önümüzde Last Light’ın sunmuş olduğu çok daha kasvetli ve tehlikeli bir karanlık var!

ARTYUM İLE MACERAYA DEVAM!

ARTYUM İLE MACERAYA DEVAM!

Geçtiğimiz yıl, ilk Metro kitabının devamı niteliğinde olmasına rağmen, bağımsız bir hikâyeye sahip olan Metro 2034 de dilimize çevrildi. Ve ne tesadüftür ki, hemen hemen aynı tarihlerde, yapımcılar cephesinden Metro evreninde geçecek yeni bir oyunun da müjdesi verildi. Kitap, ilk hikayede, Metro evreninin Aragorn’u olarak kabul edebileceğim Hunter’ın macerasına yoğunlaşırken; Metro 2033’ün sürükleyiciliğini yanına yanaşamasa da, bu post apokaliptik evreni, yaşayan bir evren haline getirmek adına bir taş daha diziyordu! Yapımcılar, Metro: Last Light’ın, devam kitabı ile doğrudan alakasının olmadığının ve hikâyenin yeniden Artyom üzerine yoğunlaşacağının sinyallerini de gecikmeden vermişlerdi.

Last Light ile birlikte, Moskova’nın yer altına kurulan ve gölgelerin hükmüne esir olmuş dünyaya üç yıl aradan sonra yeniden dönüyoruz. Özellikle Metro serisini edebi cenahtan da takip eden oyuncular için, ağız sulandırıcı bir deneyim olduğunu söylemek hiç de abartı sayılmaz. 4A Games, arayı çok da fazla soğutmadan, hikâyeyi tıpkı edebiyat arenasında olduğu gibi çetrefilli bir evrenin köşe taşlarından biri haline getirme konusunda ciddi bir adım daha atmış.

Hikâye malumunuz pek çok post apokaliptik öykünün malzemesi haline gelen büyük ebatta bir nükleer felaketin, yeryüzünü yaşanılmaz kılması sonucu, insanların Moskova Metrosu’na medeniyet kurup, buralarda hayatlarını sürdürme rutinlerinden hareket ediyordu. Elbette ülkemizin tek istikametli metro yapıları düşünüldüğünde, Metro istasyonlarına küçük şehircikler kurma fikri bizlere de hali ile ütopik gelebilir. Neyse ki Moskova Metrosu için durum çok daha farklı! Metronun hatları ve istasyonları o kadar büyük ki, farklı siyasi ideolojilere, çeşitli fraksiyonlara sahip grupların, kendilerine ayrı komünler kurmasına ve geçmişteki ideolojik düşünceleri için dişe diş, kana kan mücadele edebilmesine bile olanak sağlayabiliyor.

Metro evreninde, yüzeydeki radyoaktivite sebebiyle, insanlar istedikleri takdirde yeryüzüne çıkamıyorlar. Yeryüzüne çıkma görevi S.T.A.L.K.E.R.’ların üzerine binmiş durumda. Fakat mutasyona uğramış olan Kara Derililer, hem yüzeyde hem de Metro’nun izbe köşelerinde istedikleri gibi cirit atabiliyorlar. Bir de, yine Kara Derililer’in sebep olduğu hayalet görüngüleri de arada bir yüzlerini metro sakinlerine göstermeyi ihmal etmiyorlar.

Metro 2033, devam macerasının kapısını sonuna kadar aralayan bir final ile bitiyordu hatırlarsanız. Çömez kahramanımız Artyom, “Dark Ones”, yani Karanlık Olanlar adı verilen mutasyonlar ile iletişime geçmeyi başarıyordu. Bu iletişim sonucunda Artyom’un karşısına iki seçenek çıkıyordu. Karanlık Olanları yok etmek ya da etmemek… İşte Metro: Last Light, Karanlık Olanlar’ı yok ettiğimizi var sayan bir finale endekslenmiş bir başlangıç sunuyor bize. Oyunda, soyu tükendiği düşünülen yavru bir Karanlık Olan’ın peşine düşüyoruz. Çünkü bu son mutasyon, Metro evrenindeki pek çok gizemin de kapısını açacak bir anahtar aynı zamanda. Tabi, bu kovalamaca sırasında karşımıza sadece vahşi kara derililer ya da ideolojik anlamda taban tabana zıt olduğumuz militan gruplar dikilmiyor. Müttefiğimiz olan korucular da türünün son örneği olan bu küçük mutasyonu öldürebilmek için zaman zaman karşımıza alacağımız metrogiller arasındalar!

Özellikle FPS türünün şişmanladığı ve hazımsızlık sancıları çektiği böyle bir dönemde, türe getirilecek olan yenilikler de oynanabilirlik açısından önem teşkil ediyor. Yapımcıların kıyamet sonrası senaryolarına fazlasıyla abandığı şu günlerde Last Light’ın tercih sebebi olabilmesi de belli başlı yeniliklere bağlı. Last Light, Metro 2033’ün zaman zaman çiğleşen aksiyon anlayışını biraz daha soslayarak servis eden bir oyun. Elbette öyle aman aman taktik gerektiren bir yapısı yok oyunun. Fakat düşmanların arasına cengaver gibi atılmak yerine ufak tefek taktikler doğrultusunda hareket etmenizin daha işler ve zevkli kılındığı bir çatışma prensibine bağlı kalıyor.

Öncelikle kitabın kasvetini video oyuna taşıma konusundaki başarısından dolayı 4A – Games’i bir kere daha tebrik etmek gerekir. Her saniyesi ayrı ayrı işlenmiş olan ve buram buram post apokaliptik hayatta kalma öyküsü kokan bir yapım var karşımızda. Hem koridorlarını arşınladığımız mekânlar hem de etimizden et koparmak için acımasızca üzerimize atılan düşmanlar, oyunun atmosfer paletini fazlasıyla geliştiren ögeler. Özellikle Metro’nun gediklilerinden olan devasa örümcekler, anakrafobik oyun sever dostlarıma aşırı tuzlu ecel terleri döktürecek cinsten!

Tabi ilk oyunda olduğu gibi sadece ağırlıklı olarak Metro’nun altına tıkılmıyoruz. Bu kıyamet sonrası dünyanın dışı ise gözlere ziyafet çektirecek cinsten. Last Light’ın Metro evrenine getirmiş olduğu yenilikler sadece bunlarla da sınırlı değil. Oyunun çatışma mekaniğini, oyun severler için daha işler bir hale getiren 4A- Games, teknik anlamda da öncülünün gediklerini kapamayı ihmal etmiyor. Dolayısıyla her ne kadar kıyamet sonrası temalı oyunlardaki grafik ve teknik yönelimler son zamanlarda birbirleri ile benzeşse de, Last Light’ın sunduğu deneyim pek çok açıdan “daha kendine has” bir hal alıyor.

İlk oyunda, Metro istasyonları arasındaki fraksiyon farklılıkları ya da bazı istasyonların derme çatmalığı, her bölgeye, kendine özgü bir çekicilik kazandırıyordu. Last Light’da ise, istasyonlar çok da canlı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hem istasyonlardaki faaliyetler, hem de etraftaki hareketlilik ve ilkel mimarı tercihler bu istasyonları daha nefes alınabilir kılmış diyebilirim.

Metro: Last Light, yeni nesil FPS oyunlarının içeriği düşünüldüğünde, Glukhovsky’nin yazdığı hikayelerin kalibresine yakışan bir senaryo sunuyor oyun severlere. Oldukça konsantre ve bir önceki oyunda olduğu gibi sağa sola sarkmayan bir öykü var karşımızda. Bu öykünün en güzel yanı ise, kitaplardan bağımsız olmasına rağmen, muhtemelen Metro 2035 ile biraz daha genişleyecek olan (ki oyunda da her köşe başında kitabın reklamı karşımıza çıkıyor) evrenin, genel yapısına rahatlıkla eklemlenebilecek olması!

Oyunun teknik detaylarına eğilmek gerekirse! Yarattığı atmosferin etkileyiciliğinden yukarıda bahsetmiştim. Bu atmosfer de gücünü büyük oranda başarılı kaplamalardan ve oyuncunun seyir zevkini bala bulayan mekân tasarımlarından alıyor elbette! Üstelik pek çok FPS oyununun mustarip olduğu iç – dış mekan dengesizliği, Last Light’da başarılı bir balansa oturtulmuş. İç mekânlardaki ışık ve gölgeler ya da dış mekanlarda geniş çerçeveden dakikalarca bakabileceğiniz kompozisyonlar oyunu hiç kuşkusuz daha özel kılıyor. Bu kadar incelik içerisinde gözümüzü rahatsız eden en önemli unsur ise ne yazık ki karakter modellemelerinin, türdeşlerine oranla daha zayıf olması! Özellikle yüz animasyonları, oyunun grafik anlamındaki ihtişamına pek de yakışmıyor. Hele ki yan karakterlere endeksli bir oyun olduğu düşünüldüğünde, bu konuda incelikten kaçınılmış olması oyunun eksi hanesine kocaman bir leke bırakıyor.

Son yıllarda iyice sığlaşan FPS alışkanlıkları düşünüldüğünde, Last Light rakiplerinin arasından başarı ile sıyrılan bir örnek. Elbette Bioshock: Infinite gibisinden daha ayrıksı ve orijinal bir oyunun içerik açısından ezberleri bozduğu da olmuyor değil! Last Light her ne kadar Infinite kadar kallavi bir öyküye sahip olmasa da FPS türünün olanakları dahilinde ilgi çekici bir senaryoya sahip! Anlattığı mikro ölçüdeki hikâyeyi, bol gürültülü bir aksiyonun alevleri arasına gömmeden, temiz ve temkinli adımlarla ilerliyor. Bize de yaratılan bu evrenin eksenine yerleştirilecek Metro 2034’ün oyun dünyasına neler kazandıracağını dört gözle beklemek düşüyor…