Çok değil, bundan üç yıl önce, yaşadıkları evlerde uzun hollere sahip olan talihsiz oyunseverlerin kabusu olan Amnesia; oyun dünyasına hırıltılı bir “merhaba” çakmıştı! Daha sonra da sıra sıra, çeşitli fantastik öyküler dinledik oyunseverlerin ağzından!

NE OLDU KORKTUNUZ MU?!

Çok değil, bundan üç yıl önce, yaşadıkları evlerde uzun hollere sahip olan talihsiz oyunseverlerin kabusu olan Amnesia; oyun dünyasına hırıltılı bir “merhaba” çakmıştı! Daha sonra da sıra sıra, çeşitli fantastik öyküler dinledik oyunseverlerin ağzından! Bilgisayarını duvara fırlatanlardan, geçici kalp krizine gark olanlara; ışığı kapamadan uyuyamayanlardan, psikiyatrlara çuval çuval para hibe edenlere kadar! Hiç kuşku yok ki Amnesia: The Dark Descent, korkmaktan yorgun düşen ve şu içinde bulunduğumuz günlerde anca kendine gelebilmiş, yorgun, üzgün ve bir o kadar da tırsak bir kitle armağan etti topluma! Anlaşılan o ki bu sadece başlangıçtı! Ya da biz öyle sanmıştık!

Şu sıralar korku – gerilim kulvarında, bu mecranın hakkını sonuna kadar veren yapımlar görmeye başladık! Oyun oynama meselesini yeniden ritüelleştirmeye başlamamızı ve randevularımızı oyun saatlerine göre ayarlamamızı sağlayan bu oyunlar içerisinde ilk okkalı tokadı Outlast’ten yedik! Ama ne tokat! Oyuncuyu korkudan yorup bitiren Outlast, sadece hikayeye eklenmiş belli başlı güzel fikirlerden nemalanmayan; bağımsız bir oyun olduğu halde, grafiğe dayalı ilüzyon kısmını da başarılı biçimde kotarmayı bilen bir yüz akı oldu çıktı kısa sürede! Arayı pek de soğutmadan bu sefer de Frictional Games, uzun zamandan beri beklenen bombayı gümletti! Gümletti ama…

Bu noktada kaseti biraz daha başa sarmak istiyorum. Amnesia’nın 2010 yılında, korku gerilim türüne tadından yenmeyecek bir çentik attığını yineleyerek devam edelim. Frictional Games’in “müthiş, aşmış gitmiş bir yaratıcılık” kasıntılığından ziyade, oyuncuların primitif beklentilerini ve tahminlerini başarılı bir biçimde yerine getirerek altını ince ince doldurduğu The Dark Descent; tam da bu beklentileri doyurduğu için adından söz ettiren bir oyun olmuştu. Öyle ki, eş dost arasında muhabbet ne zaman “korku oyunları” na gelse, ağızlara dolanan ilk soru “Amnesia’yı oynadın mı peki?” olup çıkmıştı. Yani Amnesia, oyun muhabbeti rutinlerimizi de geri dönülmeyecek bir biçimde değiştirmiş oldu bir nevi.

Bu hamle hem Frictional ekibinin oyun dünyasına gülle gibi çarpmasını sağladı hem de benzer projelerin de ilham kaynağı oldu (ki Outlast’i de bu ilhamdan beslenenler arasında sayabiliriz). Oyun, tıpkı tedavisi imkansız bir salgın gibi oyuncudan oyuncuya yayılırken, oyunu yiyip bitirenler de iştahla sıradaki menüyü beklemeye koyuldular. Gel zaman git zaman Dear Eshter ile piyasaya zıplayan The Chinese Room ile Frictional ekibi, Amnesia ailesinin yeni halkası olan A Machine For Pigs’i duyurdu. İşte o günden itibaren, The Dark Descent ile kapıldığımız korku nöbetleri seyrelirken, yerini yavaş yavaş merak nöberi almaya başlamış oldu.

KORKUDAN YORULMAK MI YOKSA…

KORKUDAN YORULMAK MI YOKSA…

Yeni oyunda, yeni kurban olarak fabrikatör Oswald Mandus adında bir ensesi kalını kontrol ediyoruz. Ya da daha doğru bir tabirle Mandus’un kendini kontrol etmeye çalışmasını sağlıyoruz bir nevi. Yalnız Mandus, o bildiğimiz “göbeğini kaşıyan adam” modellerinden biri değil! Aynı zamanda çetin bir araştırmacı kendisi. Bu merakı, onu Meksika dolaylarındaki bir gizemin peşine sürüklüyor. Geri dönüş yolundaysa Mandus, ciddi bir hastalık geçiriyor. Hastalığın yanına meze olan korkunç rüyalar da onu Amnesia dünyasına davet ediyor bir nevi.

Mandus, rüyalarında bir çeşit makine görmeye başlıyor. Bu makineyle birlikte işittiği yardım çağrıları da onu bu kabus alemine daha fazla çekiyor pek tabi. Mandus, bu rüyaların ne anlama geldiğini çözememekle birlikte, bilinci yerine geldiğinde de aynı haykırışları duymaya başlıyor. Daha sonra da, Amnesia dünyasının karanlık ve kasvetli kuytularına çekilmeye başlıyor. Belli noktalarda karşımıza çıkan notlar ise bizleri yönlendirirken, tanık olamadığımız noktalara da ışık tutuyor. Tanımadığımız, hatırlayamadığımız insanlarla olan yazışmalarımız da çoğu zaman bu yolla karşımıza çıkıyor ve zamanla bizi rahatsız etmeye başlayacak gerçeklerle yüzleşiyoruz.

Bu bağlamda A Machine For Pigs’in ortalamanın üzerinde bir hikaye anlatımına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fakat yine de oyunun kalibresine oranlandığında, bu öykünün oyunseverleri doyurmasını beklemek pek de mümkün değil. Nitekim The Dark Descent, anlatılan hikaye ile birlikte hem atmosferin hem de korku – gerilim unsurlarının benzersiz bir denge yakaladığı başarılı bir örnekti. A Machine For Pigs’de ise ilk oyunun mirası olan pek çok unsur, adeta oyun dışına itilmiş gibi duruyor.

DEĞİŞİM VE GELİŞEMEYİŞİM…

DEĞİŞİM VE GELİŞEMEYİŞİM…

Oyundaki neredeyse radikal kabul edilebilecek bu değişimlerin her biri başlı başına bir geri adım niteliğinde. Bunun sebebi de, her ne kadar projenin marka yükü Frictinal Games’de gibi gözükse de yapım sürecinde The Chinese Room’un borusunun ötmüş olması olabilir. Bu da büyük olasılıkla yaratım sürecinde oyunun şeklini şemaalini ciddi bir biçimde değiştiren hamleleri getirmiş beraberinde!

Bu hamlelerin en önemlisi nedir? Duyamadım? Evet evet doğru bildiniz! “Sanity” olayından tamamen vaz geçilmiş olması. Peki bu ne demek? Her şeyden önce Amnesia’yı Amnesia yapan en önemli güzelliklerden birine elveda diyoruz demek! Peki ama o ne demek? Artık öyle gaz lambamız bitecek korkusuna A Machine For Pigs’de yer yok demek, daha farklı şeylere kafayı yoracaz demek, daha farklı biçimlerde korkacaz / korkmaya çalışacaz demek.

Peki A Machine For Pigs, bize bu bahsi geçen diğer imkanları sağlayabiliyor mu? Kısacası Hayır! Biraz daha uzuncası, Amnesia ailesinin yeni halkasında, sizi şizofrene bağlayacak, yerinizden hoplatacak, onun evvelinde tir tir titretecek güzel detaylar, keyifli klişeler ve farenizi fıldır fıldır döndürmenizi sağlayacak lezzetli bir atmosfer ne yazık ki yok!

Eh! bunca özelliği elimizin tersiyle ittirdiğimizde, Amnesia’yı oynanabilir kılan ne kalıyor geriye? Mesela The Dark Descent’in başlangıç kısmını anımsayın! Oyunun o ilk saniyesinden, finale kadar uzanmış, ince ince işlenmiş hikayeyi… Biliyorum bunlar acı veren hatırlar ama yine de şöyle bir aklınıza getirin. Sadece ilk yarım saatteki yaklaşım bile A Machine For Pigs’in ne kadar zayıf bir halka olduğunun yüz kızartan bir kanıtı!

BULMACA MI? AF BUYUR?

BULMACA MI? AF BUYUR?

Korku – gerilim oyunu olma iddiasıyla piyasaya sürülmüş bir oyun, eğer ki bu türden iddialarını yerine getiremiyorsa, b planı olarak, oyuna yerleştirilen keyifli bulmacalarla bu açığı kapatabilir pekala. A Machine For Pigs, oyuna eklenen bulmacalar konusunda da sınıfta kalıyor. Eğer ki aksiyon ve gerilim yanı ağır basan bir oyun olsaydı, bulmacaların bu kadar kolay olması göze batmayabilirdi fakat zaten oldukça yavan bir işleyişe sahipken, bir de böyle yavan ve inceliksiz bulmacaların eklenmiş olması; oyuncunun amacını, sadece kuytu köşelerde dolanmaya indirgemiş.

Yine oyunda, ne amaca hizmet ettiği tam olarak anlaşılmayan bir etkileşim sistemi var. Yani elbette ki, işimize yarayacak türlü hırdavat ve zerzavatla etkileşime geçebiliyoruz. Bununla birlikte bazı sandalyelerle ya da lambalarla da amaçsızca etkileşime geçebiliyoruz (süper!)

Yinelemek gerekirse, A Machine For Pigs, ilk saniyesinden itibaren, sanki “ben Amnesia falan değilim!” diye bas bas bağırıyor. Oyunun ilerleyen dakikalarında da bu tezimiz yavaş yavaş kanıtlanmış oluyor. Her ne kadar oyunun finaline doğru yaratılan mizansen biraz biraz zenginleşmeye başlasa da, bu son derece tatsız tuzsuz deneyimi, lezzetli bir hale getirmeye ve ilerleyen zamanlarda güzel bir şekilde anmamıza yetmiyor, yetemiyor.

Bir diğer geri adım da, oyunun ömrünü uzatan Custom Story gibisinden keyifli bir özelliğinin de sökülüp atılmış olması! Bütün bu revizasyonların, Amnesia’nın bütün güzelliklerini hunharca kırptığını ve korku – gerilim ögelerinin kel bıraktığını içimiz kan ağlaya ağlaya yinelememiz gerekir (yinelemeye iyi abandık ya neyse!)

NE YANİ HİÇ Mİ GÜZEL GÜNLER YAŞAMADIK?!

NE YANİ HİÇ Mİ GÜZEL GÜNLER YAŞAMADIK?!

Bu kadar eleştirinin ardından A Machine For Pigs’in oynanmaya değmeyen bir oyun olduğu izlenimi yaratmış olabilirim. Tartışmaya sonuna kadar açık bir durum tabi. Eğer ki kıyas noktanız ilk Amnesia oyunu, korku eşiğimizi genişleten Outlast ya da eski topraklardan Undying, Nosferatu : Wrath Of Malachi, Cryostasis ya da Call Of Cthulhu: Dark Corners Of The Earth gibi türün yüz akı örnekler ise, A Machine For Pigs, sizleri tatmin etmekten oldukça uzak bir oyun. Ama bu etkilenimin dışında ortalama bir gerilim hikayesine balıklama dalmak istiyorsanız, A Machine For Pigs’e hala şans tanıyabilirsiniz.

Mesela, belli başlı eksilerinin yanı sıra, hala anlatılmaya değecek bir hikaye sunuyor A Machine For Pigs. Bunu da yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum. Görsel anlamda ilk oyunun çok çok önünde olmasa da, işitsel ögeler son derece başarılı bir biçimde eklemlenmiş oyuna… Özellikle finale tırmanırken oyunun müzikal hamleleri de sizleri yavaş yavaş içine çekmeye başlıyor. Dear Esther’ın yapımında da imzası bulunan Jessica Curry, A Machine For Pigs’in armonik alt yapısını oya gibi işlemiş adeta!

KORKMADIM HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMAKTAN KORKTUĞUM KADAR!

KORKMADIM HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMAKTAN KORKTUĞUM KADAR!

Yine ve yeniden tekrarlamak gerekirse, A Machine For Pigs, kesinlike The Dark Descent ile yarışamayacak bir oyun. Bu iddiayı hemen hemen her dalda diretebilmemiz mümkün fakat buradaki kıstasımız elbette ki oyunda yer alan korku ögeleri. Hele ki Frictional yaratıcı ekibinin, oyun yapım aşamasındayken “Belki de oyunu bir daha oynayamayacaksınız bile” gibisinden büyük büyük vaadleri düşünülecek olursa, oyuncular olarak en kaba tabir ile “ağır bir biçimde keklendiğimizi” hissetmemiz kadar doğal bir şey yok!

Öyle aman aman sizi diken üzerinde tutacak bir yapım yok karşınızda (Biliyorum bunu sık sık tekrarladığım için kafanız bir miktar şişti ama tekrarlamadığım zaman sanki bir şeyleri eksik yazmışım gibi hissediyorum ne yapayım?!). Bununla birlikte, en basitinden yaratık skalası da oldukça dar. Ara sıra peşinize viyaklayan bir domuz takılıyor. Ama söz gelimi, bu domuzcuk sizi ilk oyundaki çenesi yerlerde sürünen hilkat garibeleri kadar korkutmak gibisinden bir iddiaya sahip değil. Zaten ilk oyunda amacınız, ne pahasına olursa olsun bu hilkat garibelerine görünmemekti. Çünkü sizin varlığınızı hissettikleri anda kurtulma gibi bir imkanınız olmuyordu. Aynı şey domuzcuklar için geçerli değil. Elinizi kolunuzu sallaya sallaya ellerinden kurtulabiliyorsunuz çünkü!

Sözün özü, büyük beklenti çoğu zaman büyük hayal kırıklığını da doğurur. Bir de o beklentinin arasına sıkıştırılmış güzel sürprizler vardır (mesela Outlast gibi). Bu sürprizler de beklentinizi farklı yönlerde genişletebilir. Amnesia : A Machine For Pigs, hem öncülünün kudreti hem de benzerlerinin çıtayı yükseltmesinin kurbanı olma tehlikesini her zaman taşıyordu bunu kabul edelim. Ama zaten başarısı büyük ölçüde, oyuncunun basit beklentilerini karşılamakta ve klişeleri kullanmadaki başarısında saklı olan bir oyunun, kitlesinden bunları bile esirgemesi, kısa yoldan baş aşağı çakılmasının en dolaysız açıklaması değil mi zaten? Kısaca A Machine For Pigs, tatsız, tuzsuz ve bir o kadar da ruhsuz bir korku – gerilim örneği olarak, ilk oyunun kendisine bahşettiği karizmayı gereksiz biçimde çizdiren bir oyun…