YETENEKLİ BAYAN RIPLEY VE KORKU KABARCIKLARI!
Ridley Scott, bundan yaklaşık 35 sene önce hayatımıza Alien’ı ve onun salyalı ağzını soktuğunda, bilimkurgu sinemasına tüneyen korku – gerilim trendlerini de sonsuza kadar değiştirmiş oldu. Bu gün beyazperdede ne zaman bir bilimkurgu – korku evliliğine tanık olsak; gayri ihtiyarı Scott’ı ve hayatımıza soktuğu seriyi anımsamadan geçemeyiz.
Sinemada bilimkurgu – korku karışımı söz konusu olduğunda en önemli etkilenim noktalarından biri haline gelen Alien efsanesi; video oyun mecrasına derin izler bırakmadı değil hani. Bu zamana kadar PC ve konsollarda Alien vs. Predator oyunlarının kıskacında debelenmek zorunda kalan seri, nihayet uzun bir aranın ardından, sırtını yasladığı efsanenin hakkını verecek bir güzellemeyle çıkıyor karşımıza!
O halde sıkı durun! Çünkü akranlarımın çocukluk kâbusu olan çatlak sesli, galaksi çirkini fettan hatun geri döndü! Tabi telaşa fazla mahal yok! Ne de olsa karşısına yine galaksinin en karizmatik dişilerinden biri olan Ellen Ripley’in kızı dikilecek. Biraz tırsarak, biraz da gönülsüz ama annesinden ödünç aldığı özveriyle! Eh! Ne de olsa annesinin kızı!
EFSANE YENİDEN CANLANIYOR GİBİ GİBİ
Malumunuz, son birkaç yıl içerisinde “korku oyunu” kelimesinin kalibresini birebir karşılayan oyunlara maruz kaldık. Ağırlıklı olarak Amnesia ya da Outlast gibi bağımsız oyunlardan gelen ve oyunseverleri monitör önünde sırılsıklam terleten bu hamleler, korku – gerilim oyunlarına yaklaşımımızı da ister istemez değiştirmiş oldu. Öyle ya! Resident Evil, Silent Hill, Alone In The Dark ya da Fatal Frame gibisinden türün popüler örneklerinin birer ikişer yere çakılmaya başladığı ya da aksiyon sevdasına kurban edildiği böyle bir dönemde; monitör başında bizleri zangır zangır titretmeyi başaran taptaze yapımlar çıktı karşımıza!
Türün trendlerini hızlı bir biçimde değiştirmeyi başaran bu oyunlar sayesinde bu yeni eğilime cevap veren taze oyunlar da peyda oldu! İşin ilginç yani, serinin ikinci filmi Aliens’a yaptığı aksiyon ağırlıklı dokunuşla, günümüz video oyun estetiğini büyük ölçüde şekillendiren James Cameron’un rotasını takip eden Alien vs Predator gibi hali hazırda çatır çatır satmayı başaran oyunlara rağmen; yeni Alien oyununun ağırlıklı olarak korku – gerilim kanalından ilerlemesi oldukça ilginç!
Alien: Isolation, en yerinde tabirle “köklere dönüş” niteliğini karşılayan bir yapım. İlk filmin görsel estetiğinden beslenirken, Ridley Scott’un daha sonra Prometheus ile birlikte hayatımıza soktuğu yeni sorulara da şöyle bir dokunup geçmeyi ihmal etmiyor. Oyun severleri ilk filmin atmosferine davet eden Alien: Isolation’da, Ellen Ripley’in kızı Amanda Ripley’i kontrol ediyoruz. Amanda, tıpkı annesi Ellen’in gençlik döneminde olduğu gibi kırılgan, tecrübesiz fakat tıpkı onun kadar becerikli ve kesinlikle gelecek vadediyor.
Annesinden uzun bir süre haber alamayan Amanda, Sevastopol gemisine giriş yaparak, Ellen’ın izini sürme kararı alıyor. Fakat daha ayağının tozu havadayken, gemide işler ters gitmeye başlıyor. Güvertesine adım attığımız ilk dakikadan itibaren her tarafından çatlak sesler yükselen Sevastopol’un içerisinde şuursuzca sağa sola koşturduğumuz girizgah kısmının ardından da öykü yavaş yavaş kıvamını bulmaya başlıyor.
Alien: Isolation, kendisinden beklediğimiz afili bir açılış videosuyla bizleri selamlıyor. Genel anlamda aksiyon tarafı hadım edilmiş bir oyun için oldukça iddialı bir sunum bu. Tabi oyunun ilk dakikasından itibaren, özellikle serisinin takipçileri için pek çok irili ufaklı sürpriz sunuyor. Bu bağlamda A:I, salt korku gerilim sevenlerden de öte, Alien serisinin kronik hayranları için gerçek bir mükâfat!
MERHABA ALIEN, MERHABA ANDROID KARDEŞ, MERHABA DIŞ UZAY!
Oyunda uzun bir süre, elimizde kendimizi koruyacak hiçbir teçhizat olmadan, kör göz parmağa ilerliyoruz. Creative Assembly ekibi, oyunun aksiyondan ziyade, saklanma ve taktik becerilerine dayalı bir gerilim örneği olacağının haberini çok önceden vermiş olsa da; uzayın ortasında, her tarafı dökülen bir gemide çıplak elle oradan oraya koşturmak morallerimizi bir miktar çökertebiliyor ister istemez.
Her ne kadar elimize silah almamız için aradan biraz zaman geçecek olsa da Amanda’nın şahsi yeteneklerini sonuna kadar sömürebilmek gibisinden bir opsiyonumuz var neyse ki. Etraftan topladığımız ıvır zıvırlarla, McGayver misali bizi hayatta tutacak takım taklavatları yaratmayı başarabiliyoruz. Dokunduğumuz her şeyin elimizde kaldığı bu enkaz yığınında, bizi hayata bağlayacak zerzevatı bulabilmek hiç te zor değil ne de olsa!
Oyunun işleme biçimi de bir müddet bu koldan ilerliyor. Sevastopol o kadar bakımsız ki, ilk aşamada durmadan geminin orasına burasına koşturup, arızaları onarmanız gerekiyor. Tabi bu rutin bir noktadan sonra can sıkmaya başlayabiliyor. Özellikle bir anda size saldırmaya başlayan androidler ve etinizden et koparma derdinde olan “Aliengiller” varken, gevşeyen vidanın, biten pilin derdine düşüp, hasımlarımızla saklambaç oynamak ,oyunu bir miktar yavanlaştırmış sanki.
ALIEN HANIM İLE KÖŞE KAPMACA PROGRAMINA HOŞGELDİNİZ!
Oyunun genel ilerleyiş biçimini “Amanda oradan oraya koştururken başına gelenler” adı altında özetleyebiliriz. Bu durum oyunun ilk yarısı boyunca ağır bir şekilde hissettiriyor kendisini. Çoğunlukla haritadaki işaretli noktalara Androidler tarafından kevgire çevrilmeden ya da Xenomorph yemi olmadan ulaşmaya çalışıyoruz. Tabi bunu yaparken de fazla gürültü çıkartmamak birincil amacımız. Nitekim Xeno’lar, en ufak sesi bile geminin diğer ucundan duyaralar bizi enseleyebiliyorlar.
Oyunda karşımıza çıkan en dişli rakiplerimiz Xeno’lar. Zaten oyundaki gerilim faktörünün mimarı da bu salyalı dostlarımızın bizzat kendileri. Oldukça zekiler (burada yapay zekanın göreceliliğini sabahlara kadar tartışabiliriz tabi). Bir yerden bir yere koştuğumuzu işittikleri anda, saniye geçmeden dişlerini pek de münasip olmayan taraflarımıza geçiriyorlar. Diğer taraftan kimi zaman saklandığımız yerin dibine kadar sokulmayı da ihmal etmiyorlar. Eğer nefes alış verişimizi kontrol edemezsek de bizi galaksinin en renkli eşek cennetine tek hamlede postalamaktan da çekinmiyorlar.
Ne yazık ki Xeno’ları elimizdeki silahlarla öldürebilmemizin bir yolu yok! Kendilerine nerdeyse kurşun işlemiyor. Flamethrower ya da molotov kokteyli gibi silahlar ise, geçici bir süreliğine postlarını havalandırma deliğine atmalarını sağlıyor o kadar… Dolayısıyla bir Xeno ile karşı karşıya geldiğimizde önümüzde hiçbir seçenek kalmıyor. Bu yüzden onları iyi gözlemlemekte ve gizliliği elden bırakmamakta fayda var.
PEKİ KORKMAYA NE KADAR HAZIRSINIZ?
Dehşetmetrenizin ayarlarını maksimuma çıkarın. Karşınızda yine sağlam iç çamaşırı sirkülasyonu sağlayacak raddede kaliteli bir korku – gerilim güzellemesi var. Aliengiller ile köşe kapmaca oynarken, sürekli arkamızı kollamaktan ve havalandırmadan gelen ayak seslerinin yönünü teyit etmeye çalışmaktan yaşlanacağımız bir oyun olmuş Alien: Isolation.
Daha basit bir örnekle açıklamak gerekirse, eğer ki yıllar evvel Jurassic Park filminin finalindeki mutfak sahnesinde; John Hammond’un iki torununun velaciraptorlar ile giriştiği can pazarında biraz olsun gerildiyseniz eğer, burada sizi kalbinizi tekletecek cinsten bir de javu hissi bekliyor!
Yukarıda da bahsettiğim gibi, oyunda başımıza ekşiyen tek dert Alien’lar değil! Ellen Ripley’in baş belası haline gelen ve onu bir yaratık annesine dönüştüren iğrenç Facehugger’lar devreye girdiğinde işler biraz daha yapış yapış bir hal alıyor. Çok hızlı hareket eden bu uzun bacaklı musibetler, siz daha farkına varmadan tırnaklı ayaklarını yüzünüze geçirerek sizi oyun dışı bırakıyorlar. Teen slasher filmlerinden fırlamışçasına, yavaş adımlarla ve kendilerinden emin bir biçimde peşinize düşen androidler ise, özellikle cephaneniz bittiğinde canınızı fazlasıyla sıkıyorlar.
Etrafta sizi moleküllerinize ayırmak için pusuda bekleyen bu kadar hasmınız olunca, hayatta kalabilmeniz de ayrı bir problem haline geliyor. Oyunda otomatik kayıt sistemi olmadığı için de en yakın noktaya gidip oyunu kaydetmek, kazanmanız gereken ilk alışkanlıklardan biri. Tabi oyunu kaydederken salyalı sürprizlerle de karşılaşabiliyorsunuz. Mesela, tam kayıt sırasında aniden arkanızda beliren Alien dostumuz, böğrünüzde derin bir hançer yarası bırakarak sizi güzel güzel paketliyor.
Havalandır boşluklarından bahsetmişken; oyunun azımsanamayacak bir kısmı bu havalandır deliklerinde geçiyor. Öyle ki Cem Yılmaz’ın G.O.R.A. filmine meze yaptığı en kadim bilimkurgu geyiklerinden biri, A:I sayesinde yeniden gündeme geliyor. Tabi bunu bir “köklere dönüş” hamlesi olarak düşündüğümüzde, havalandırmada boşluklarında durmadan iki büklüm ilerleme durumuna bile anlam yüklemek mümkün. Hiç gerek yok! Çünkü A:I, oyun tarihinde, ana karakteri havalandırma deliğine en çok mahkum eden oyun. Bu konuda da en yakın rakibi Half Life’a da tur bindirmiş vaziyette!
KÖKLERE DÖNEBİLDİK Mİ MİLLET!
Yazının başından beri ara ara takrar ettiğim üzere, Alien: Isolation öykü evreni adına köklere dönüş niteliği taşıyor. Görsel anlamda, Ridley Scott’ın da ilham kaynağı olan, kafası kırık tasarımcı H.R. Giger üstadın estetiğine fazlasıyla yakın duran bir yapısı var. Diğer yandan teknik ekip Prometheus ile birlikte genişleyen öykü evrenini de yakalamaya özen göstermiş. Gelin tanımı biraz daha kırpıp, kısaltalım; Alien: Isolation grafik anlamda ilk filmin estetiğini oyuna taşırken; içeriğinde de Prometheus’un varoluşçu sorularının önemli bir kısmını barındırıyor.
Özellikle Nostramo’nun izini sürdüğümüz kısım, serinin takipçileri için oldukça keyifli bir jest olmuş. Aradan geçen yılların ardından yeniden Space Jockey ile karşılaşmak hem tüyler ürpertici hem de garip bir biçimde heyecan verici bir deneyim. Ucubik hasımlarımızın tasarımları da oldukça gayet başarılı. Karşımızda en başarılı Alien tasarımı duruyor dersek, zerre abartmış olmayız. Bu açından her şey özüne fazlasıyla sadık! Tabi oyunun görsel tonları zaman zaman Dead Space’i de andırmıyor değil ki, bu bambaşka bir yazının konusu…
İçeriğindeki korku – gerilim dozu açısından doyurucu sayılan oyundan istikrarlı bir biçimde keyif alabilmek pek de mümkün değil. Oyunun işleyişi bir noktadan sonra gereğinden fazla tekdüze bir hal almaya başlıyor. Garip olan ise, bu kadar sık kendini tekrar eden bir oyuna göre Alien: Isolation’ın süresinin epey uzun olması. Kemiksiz, kılçıksız 10 saati aşan oyun süresi; içeriğinin kalibresine oranlandığında oyunculara bir iki numara bol geliyor! Bir noktadan sonra saklanıp sürünmek çekilmez hale geliyor. Neyse ki o noktada da artık silahlarımızı kuşanmış oluyoruz. Bu durum oyundaki hareket kabiliyetimizi artırsa da, işleyişinde herhangi bir değişiklik getirmiyor
Oyundaki bir diğer affedilmesi zor kusur ise yapay zeka… O kadar garip bir biçimde rast gele işleyen bir yapay zeka var ki, kimi zaman oyunu gereksiz ölçüde kolaylaştırırken kimi zaman da saç baş yoldurabiliyor. Bizi saklandığınız yerden eliyle koymuş gibi bulan hasımlarımız, öyle bir an geliyor ki önlerinden geçip gittiğimizde yüzümüze alık alık bakmakla yetiniyorlar.
DIŞ UZAYIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
A:I ağırlıklı olarak Sevastopol gemisinin dar ve klostrofobik koridorlarında geçiyor. Bu konuda da Doom 3’ü fazlasıyla anımsatsa da yine de Dead Space ile akrabalık bağları daha sıkı. İç mekânlardaki ince görsel işçilik bir tarafa; oyunun en eğlenceli kısımları yine dış uzay görevleri. Creative Assembly ekibi, “yaşayan bir evren inşa etme” konusunda ellerindeki imkânları seferber etmekten çekinmemişler. Elbette alanında tek ve benzersiz değil ama oyuna fazlasıyla yakışmış, temiz bir işçilik var.
Görsel işçilik kadar, işitsel içerik de ağızlarımızın suyunu akıtacak cinsten. Büyük bölümü orijinal serideki seslere sadık kalınarak oluşturulan ses tasarımı, oyuna da akıllıca eklemlendirilmiş. Xeno’ların havalandırma boşluğunda çıkardıkları ayak seslerinin dengesizliği, oyundaki tekinsiz atmosferi kusursuz bir şekilde beslemiş. Böylece sürekli arkanıza bakma ihtiyacı hissettiğiniz daimi bir paranoya hissi doğuyor içinizde. Nostramo’nun peşinden yüzeyine indiğimiz gezegenin atmosferi ve işitsel kompozisyonları ise ayrıca şapka çıkarılacak cinsten!
Biraz fazla uzayan bu kritiği hafiften toparlamak gerekirse eğer, Alien: Isolation kendi janrındaki daha afili oyunlar arasından kolay kolay sivrilemeyebilir belki ama serinin adını kesinlikle lekelemeyen bir örnek. Kendini tekrar eden yapısı ve ölümüne uzayan süresi sebebiyle göz korkutsa da; oyun severleri yavaş yavaş içine çekmeyi başarıyor. FPS türüne bakış açısı sadece aksiyon ile sınırlı olanları cezbetmesi zor olsa da, gerilim müptelalarının ümitleri boşa çıkmayacaktır.
Diğer yandan oyunun ürkütücü atmosferi, sürekli ergen atarıyla etrafta gezinen ve dengesiz davranışlarıyla kalplere korku salan Xeno’ların saldırganlığı ve tabi serinin hayranları için oyuna ustaca yerleştirilmiş göndermeler sayesinde “Alienseverler” için kesinlikle biçilmiş kaftan! Özetle; karşımızda tüm kusurlarına rağmen yılın en önemli korku – gerilim hadiselerinden biri duruyor! Korkmaya hazırsanız kemerleri bağlayın çünkü Sevastopol’da sizi tir tir titretecek bir dolu ziyaretçi var!