60’lara damgasını vuran ve bacakları olduğu gibi gözler önüne seren mini etekler, şort tulumlar, çiçek desenli upuzun elbiseler, vücut hatlarını belirginleştiren metal korseler, birçok markanın favorileri arasında yer alıyor. Aslında nedense modada 50’lerin daha önemli bir dönem olduğu söylenir. CocoChanel ile ChristianDior’un yarattığı devrimin sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı etkisi altına aldığı bir dönemdi.

Kadınların 19.yüzyılın muhafazakarlığından bu dönemde sıyrılıp, istediklerini giyme özgürlüğünü kazandığı da söylenir. Bu söylem doğru olsa da, moda tarihinin hiçbir döneminde 60’lı yıllardaki kadar özgür olmadık. Bu özgürlük 1965 yılında mini eteğin keşfiyle start almıştı. Dönemin ilk 10 yılı 50’lerin etkisindeydi ve Jacqueline Kennedy Onassis önemli bir stil ikonuydu. Kadınlar ondan esinlenerek büyük şapkaların yanı sıra pastel tonlardaki etek ve kısa ceketler giyiyor, büyük düğmelere sahip yüksek belli pantolonları tercih ediyorlardı. Ancak bu klasik duruş, gençler için sıkıcı ve tekdüzeydi. Onların yeniliğe, yenilenmeye, şaşırtmaya ihtiyaçları vardı.

İşte bu noktada moda tarihindeki ilk modern devrim geldi. Yaratıcısı ise Mary Quant’ti. Mini eteğin yaratıcısı olarak bilinen Quant, genç kızların bacaklarını ortaya çıkararak onlara rafine bir seksapel yükledi. Aslında 1958 yılından itibaren eteklerin boylar giderek kısalmaya başlamıştı ama hiçbir tasarımcı bu kadar kısa etekleri ele alıp kendine göre yorumlama cesaretini göstermemişti. Quant, kendinden öncekilerin başaramadığını yapıp kısa eteklerin günlük hayatın bir parçası haline gelmesini sağladı. Mini etek adını, tasarımcının vazgeçemediği arabası Mini Cooper’dan almıştı. Quant, İngiltere Kraliçesi tarafından “Officier of the British Empire” madalyasına layık görülmüştü. Günümüze kadar etkisini kaybetmeyen ve bir klasik haline gelen mini etek, özellikle yaz sezonunda birçok markanın koleksiyonunda yeninden ısrarcı bir şekilde yer alıyor.