İstanbul’un ayyaşı çok, bir dönem meyhaneleriyse dünyaca ünlüdür. Osmanlı’da zaman içinde içki, tütün, silahlanma gibi anlaşılır yasakların dışında kahve içme, ata, arabaya binme, açık saçık giyinme yasağı gibi bazısı komik, bazısı garip birçok yasak konur. Ama bugün olduğu gibi o zaman da yasakların üstesinden türlü cinliklerle gelinir.
Gariptir, ilk içki yasağını içkiye düşkünlüğüyle tanınan II. Selim koyar ama işler sandığı kadar kolay gitmez. Yasakla beraber ayyaşlar, akşamcılar, tektekçiler ve çoğu gayrimüslim olan meyhane esnafı açıkta kalınca ilk iş olarak evlerin alt katları meyhaneye çevrilir ve adına da koltuk meyhaneleri denmeye başlanır. Ama bu durum türlü rezillikleri de beraberinde getirir. Gelen geçene laf atmalar, sataşmalar başlar, hatta öyle bir hale gelir ki yoldan geçen zavallı bir müezzini zorla koltuk meyhanesine sokarlar, üstüne şarap döküp dalgalarını geçerler. Ama II. Selim’in 1567 yılında aynı konuda bir ferman daha çıkarıp, meyhanecileri şaraplarını sirkeye çevirmekle tehdit etmesine neden olan olay başkadır. Neresiyle içtiği belli olmayan bir ayyaş koltuk meyhanesinden çıkar, kadınlar hamamına dalar ve tuttuğu bir kadını çırılçıplak sokağa çıkarmaya çalışır. Mahalleli ayaklanır, kadını adamın elinden güçlükle alırlar. Yine o dönemde herkes kendi rakısını kendi evinde yapmaya başladığı için bakırcılardaki tüm imbikler tükenir.
Ardı ardına çıkan fermanlara rağmen içkiye talep çoktur ama arz konusunda sıkıntılar vardır. Kurnaz bir Ermeni bu durumu fırsat bilir ve birbirine eklediği koyun bağırsağının içini rakıyla doldurup beline sarar, üzerini de bir kuşakla kapatıp müşteri aramaya çıkar.
Ayaklı Meyhaneler
İstanbul sokaklarında kaçak ve kurnaz yeni bir esnaf çeşidi daha vardır artık; ayaklı meyhaneler. Müşterileri hamallar, tellaklar, baldırı çıplaklar ve bekâr uşakları olan ayaklı meyhaneler genelde Yemiş İskelesi’nde, Bahçekapı’daki manav dükkânlarının arasında, akşam karanlığında ise kayık iskelelerinde dolanmaya başlar. Bellerindeki koyun bağırsağının ucunda ufak bir musluk, cepkenlerinin iç cebinde de tas-ı arak ya da leylek boynu denen bir kadeh vardır. Bir tek rakı atmak isteyen müşteri ayaklı meyhaneyi zaten tanıyordur ama şayet tanımıyorsa, alametifarikası olan peşkirinden rahatlıkla tanır.
Önce işaretleşirler, ayaklı meyhane etrafı kolaçan ettikten sonra tanış olduğu bir dükkâna girer, ardından da müşterisi. Ayaklı meyhane kuşağının altındaki musluğu açar, vücudunun ısısıyla iyice ılıklaşmış, bağırsak nedeniyle sapsarı kesilmiş rakıyı müşterisine sunar. Tek rakısını yuvarlayan müşteri, eğer bir manav dükkânındaysalar ağzına bir lahana yaprağı veya bir üzüm tanesi atarak rakısına meze yapar. Eğer kuytu köşede bir yerlerdeyse ve ayaklı meyhane kıyak bir meyhaneciyse, cebinden bir iki leblebi çıkarıp meze niyetine verir, o da yoksa müşteri yumruğuyla ağzını siler, buna da yumruk mezesi derler.
İstanbul’un ayyaşları, akşamcıları ve meyhaneleriyle ilgili belki yüzlerce ilginç hikâye daha anlatılır, ama en kurnaz ve cin fikirlisi ayaklı meyhanelerdir.