İçime işlemişliği hissettim. Orhan Pamuk yine harikaydı. Sıkmadı, bozmadı, yormadı da. "Aşk"ı yeniden yazdı. Yeniden okudum aşkı.
Benim gibi seviyor Orhan Bey. Benim hissettiklerimi hissediyor. Onda kendimden bir şeyler değil adeta kendimi buluyorum.
Bazen "Evet, aynen ben de hissettim bunu" diyorum. Bazen "Bir sen, bir ben kaldık dünyada böyle hisseden" diyorum Orhan Bey'e.
Kemal Bey ben oluyorum, Füsun o. Ben de diyorum; "8-9 sene gider gider gelirdim o eve". O sofrada ben de akşamları televizyon izlerken yemek yiyebilirdim. Ben de aşırırdım bazen bir toka, bazen çorap, bazen tuzluk, çatal, gazoz şişesi, onun kapağı…
Yapmadım mı sanki? Dünyada bir deli ben değilmişim. Orhan Bey'i görüyorum. Onu kendime yakın hisediyorum. Dostum diyorum. Onu -herkesin gördüğü gibi- farklı değil gerçekçi olarak görüyorum.
İçimdeki soruları cevaplıyor her sayfada, ona minnettarlık duyuyorum.
Sonra İstanbul'u anlatıyor. O'ndan güzel İstanbul anlatan var mı bilmiyorum. İstanbul, bence sadedir. Makyajsız kadın gibidir. Anlatırken de süse gerek yoktur. Yani, İstanbul'a "Canım, aşkım, güzelim" demek gereksizdir.
İstanbul güzeldir. Yaşanmak için vardır. Seyretmek güzelliklerinin hissettirdikleriyle hazdan hazza girme beklentisi boştur, deli saçmasıdır.
İstanbul, Çukurcuma yokuşundan aşağı akan sel sularıdır. Uzaklarda çakan şimşektir. Darbeden sonra dışarı çıkma yasağıdır. İstanbul tam da Orhan Bey'in anlattığı gibidir…
Hele aşkı anlatışı onun… Aşık olmak az biraz sapıklıktır. Dilinden habersiz nadanların anladığı manada sadece cinsel sapıklık değil. Kemal Bey'in yaptığı gibi, gidip Fatih'de salaş otellerde kalıp, fakirlerle dostluk kurmaya çalışmak, havalı kaprisli zengin züppe kızını Füsun için şutlayabilmek, Füsun'a aşık olmak, başlı başına sapıklık.
Aşk değer yargılarını hiçe saymak demektir. Bana kalırsa, aşk bu dünyadan değil. Bu dünyaya fazladır aşk. Aşık aslında biraz taşkın ve çılgın olmak demektir.
Romanın içimde biriktirdiklerini anlatabilmek o kadar zor ki benim için. Ben de öyle aşık oldum ey okuyucu! Benim de bir Füsun'um var. Benim Füsun'um da kendisine nasıl aşık olunduğuyla değil de, niye oyuncu olamayacağıyla ilgileniyor. Sanki dünyanın en büyük meselesi oyuncu olmakmış gibi.
Benim Füsun'umun da hayali vardı. Ulaştı. Şimdi düşünüyorum da, eğer ulaşamasaydı, Füsun gibi arabayı çınara sürer miydi? Ben arkasından müze kurabilir miydim?
Hayır, ben 8 yıl Füsun'umlara gidip gidip gelmedim ki, o kadar eşya biriktimiş olayım. Orhan Bey'le oturup bunu konuşmak isterdim. Hatta hayatım boyunca tek damla dahi içmedim ama rakı içecek olsaydım, bunu Orhan Bey'le yapmak isterdim.
Orhan Bey, bir gün dünyada kimseye hitap etmediğinizin farkına varırsanız, korkmayınız ben varım.