Birkaç kanalın olduğu televizyonla büyüyen bir çocuk olarak, çocukluğumun oyunlarından sonra ruhuma işleyen en önemli insanlardan biriydi Bob Ross.

Birkaç kanalın olduğu televizyonla büyüyen bir çocuk olarak, çocukluğumun oyunlarından sonra ruhuma işleyen en önemli insanlardan biriydi Bob Ross.

TRT-2′de yaşayadığını zannederdim onun. Çizgi filmler yokken izlemekten keyif aldığım tek kişiydi o. Neden izlediğimi bile bilmezdim o zamanlar. Resim yapabilen ya da yapmaya hesesli bir çocuk da değildim ama yine de izlerdim.

Şimdilerde onu neden izlediğimi anlayabiliyorum. Ruhumu okşayan, umut salgılayam cümleleri içimi ısıtır, basit ve beyaz bir mutlulukla doldururdu karnımı.

Babaannemi hatırlıyorum; “Yavrucum, neden izliyorsunuz bu kıvırcığı. Boşuna ceyeran yakıyorsun, çizgi film izlesene” derdi. Televizyonun üzerindeki dantelli örtüye elini koyar “Kapatalım, zaten ısınmış“…

Babaannemi duymazdım hatta görmezdim bile. Sanki hipnotize olmuşum…

Bembeyaz tualle başlardı. Gülümser ve bir yandan hazırlanırken diğer yandan da o garip isimli renkleri sayardı; titanyum beyazı, vandayk kahverengisi, krimson kırmızısı, Van Gogh sarısı…

Fırçayı eline alır, tuali tutan ayaklardan birine pata pata pata vururdu ve “Hadi bugün biraz eğlenelim” diyerek başlardı.

Resmi yapmazdı o, resmi ve çizdiklerini yaşardı adeta. Bizi de yarattığı o hayatın içine çekerdi;

“Burada mutlu, küçük bir bulut yaşıyor. Gün boyunca gökyüzünde süzülüp gülümsüyor. İşte şimdi onu çiziyoruz”

Fırçayı oynatıp, görsel şaheserler yaratırken, alelade bir iş yapıyormuşcasına bir yandan da sade cümleleriyle felsefi yaklaşımlar yapar ve;

“Ne yaparsanız yapın hep en güzeli olacaktır. Daha iyisini yapmanıza gerek bile yok. Çünkü o sizin için en iyisi” benzeri cümlelerle insanın kendine olan güvenini tekrar hatırlatırdı.

Sanki cümleleri resim yapma tekniklerini verir gibi değil, yaşama dair güçlü ipuçlarını aşılar gibiydi;

“Her yaptığınız resim bir deneyim. Yaptığınızı beğenmediniz mi çok mu kötü görünüyor? O bir başarısızlık değil, o resim sizin bir sonrakinde daha güzelini yapacağınızın işaretçisi çünkü öğrendiniz…”

Bob Ross hayatımın zor ve üzüntülü dönemlerinde zarihi bir şekilde karşıma çıkıp “Üzülmesene! Daima gitmek istediğin manzarayı çizeceksin bir gün. Hayatın o manzarayı görecek ve o manzarada, o mutlulukta yaşayacak. O gün mutlaka gelecek” der hep ve beni tekrar hayata bağlar.

Bob Ross’u seviyorum. Ve onu öldürdüğüm için çok üzgünüm. Onu izleyen, dinleyen herkes üzgün olmalı.

Onu ben öldürdüm, evet. Şuna inanıyorum; O üzüntülerimi soğurur, kendine çeker, beni hafifletirdi. O herkesin içindeki crimson siyahını alıp, yerine titanyum beyazı koydu. İşi çok zordu ve maalesef biz onu öldürdük.

O, 1995 yılında kanser nedeniyle öldü. Ölmeliydi, bizim için…