Minimalizm nedir?
Maddeden mânâya geçmek.
Ve bunu yaparken fazlalıklardan kurtulmak.
Tek bir yoldan yürümek ise şart değil.
İlla müslüman, budist ya da anarşist olmanıza gerek yok.
Hangisini seviyorsanız onu olun.
Vahşi bir kapitalist bile olabilirsiniz.
Şaka şaka, kırılmayın.
Bu büyülü dünyanın kapısı herkese açık.
Sayılarla düşünen biriyim. Bir dönem, tanıdığım herkese “10 üzerinden kaç mutlusun?” diye sormayı alışkanlık edinmiştim. Onlarca farklı insanın tek ortak yönü, bu soruya yüzlerinde donuk bir ifade ile, “herhalde 5 ya da 6..” şeklinde cevap vermeleri idi –ki buna ben de dahildim. Aslında sadece bir kişi “10 üzerinden 9.5!” diye coşkuyla cevap vermişti…
Chris, 27 yaşında, Harvard’da siyaset bilimi okumuş bir araştırmacı-gezgindi. Amerikan vatandaşı. Ancak anası Yunan, babası İranlı. Ayrıldığı karısı ise Kanadalı olduğundan, sanıyorum yasal yollarla sahip olunabilecek en fazla sayıda pasaporta sahipti. Abisi Wall Street’de milyon dolarlar kazanırken; kendisi bambaşka bir hayatı seçmişti… Çin’de İngilizce öğretmenliği yaparken fabrikalarda işçilerin sıkıntılarını dinliyor, kazandığı az bir parayı da dünyayı gezmek için harcıyor; gezerken yazıyor, yeni insanlarla tanışmanın keyfini doyasıya yaşıyor, yemek yapıyor, dans ediyor, saatlerce okuyor…
Onu Antalya’da çalıştığım sırada tanımıştım. Kıbrıs’a giderken yol üstü birkaç gün kalmaya karar verdiği Antalya’da beni bulmuş, ben de onu evimde misafir etmiştim. Orta boylu, zayıf bir adam. Uzatmakta olduğu kabaran saçı henüz kulağını örtmemişti, sakalı bakımsızdı. Üzerine giydiği omuz tarafı yırtık gri renkli tişörtünde bir antik yunan savaşçısının baskısı vardı. “Bu biraz sana küçük beden ve çocuk kıyafeti gibi sanki, değil mi?” dedim. “Ha bu mu? Ortaokul yıllarından kalma. Ama benim işimi halen görüyor.” demişti gülerek. Şortu ve kocaman siyah spor ayakkabılarıyla, biraz dilenciye, biraz da deliye benziyordu. Aslında temiz yüzlü, yakışıklı bir çocuktu; fakat o kadar çirkin giyinmişti ki, inanamazdınız. “Benim için dış görünüş bir şey ifade etmiyor. Açıkçası üstümde yeni olan tek şey spor ayakkabım, onu da annem hediye etmişti. Çok yürüdüğüm için sanırım iyi bir yatırım oldu!” diye ekledi.
Süpermarkete giderken bile özel dikim bordo yeleğini giyen benim gibi tarzına düşkün bir insan için, Chris adeta yeni bir boyut kapısı aralamıştı o gün… Onu gözlemledim. Kitapları dışında sahip olduğu her şeyi sırt çantasına sığdırıp evini yanında taşıyabiliyordu mesela. Yüzünde tebessüm hiç eksik olmuyordu. Bütün gün evde klimasız kaldığı halde, Antalya’nın sıcağı onda en ufak bir isyan haline yol açmıyordu. Ertesi güne parasının kalmayacağını bilse de, cömertlikten geri kalmıyordu. Son parasıyla “Bugün bendensin kardeşim!” diyip, sonra da gülerek: “Böylece bu ay tüm param bitmiş oluyor, ha ha!” diyip kendiyle de dalga geçiyordu.
Sağlam olduğu kadar marjinal bir hayat görüşü ve felsefesi vardı; ama günlük yaşamın her anında su gibiydi. Her şarta uyum sağlayacak kadar hayatla ve kendisiyle barışıktı. Mutluydu, çünkü kabullenmişti. İnsanlığı, dünyayı, fakirliği, farklı olmayı, koşturmacayı, köksüz olmayı, gelecek sene nerede ne yapıyor olacağını kestirememeyi kabullenmişti… Sanırım Chris, su gibi olmayı başarmış ender insanlardandı.
Bir söyleşisinde Bruce Lee şöyle diyor: “Zihninizi boşaltın ve su gibi şekilsiz, biçimsiz olun. Çünkü suyu bir bardağa koyarsanız, bardak olur; şişeye koyarsanız şişe…”
Eğer siz de “10 üzerinden kaç mutlusun” sorusuna “5-6” diyenlerdenseniz, su gibi olmayı deneyin.