Kapitalizm üzerine hepimizin mutlaka söyleyecek bir şeyleri vardır. Eşitlikten yoksun olması, ne gibi ekonomik sonuçlar ortaya çıkardığı gibi genelde iktisat biliminin ilgileneceği konular üzerine akıl yürütürüz. Ama bu esnada hepimiz bir şeyi gözden kaçırıyoruz. İnsanı… Ben burada, mevcut sistem insanı nasıl etkilemektedir diye düşünüyorum. Çünkü bu soruda ana eksen sistem değil, insan olmalıdır.
Öncelikle “iktisadi insan” üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Jeremy Bentham, iktisadi insanın temel özelliklerini şöyle sıralıyor:
“İnsan bencildir, kendi çıkarını her şeyden üstün tutar.
İnsan her durumda faydasını en çoklaştırmaya çalışır.
İnsan akılcıdır, çünkü her zaman elindeki kaynakları en iyi şekilde kullanarak kişisel çıkarını maksimize eder.”
Bir başla deyişle insan her alanda bütün davranışlarını yönlendiren bu kişisel çıkar maksimizasyonu dürtüsü olduğu için akılcıdır. Tam bu noktada Mandeville’in akılcılık yaklaşımcılığıyla, geleneksel iktisattaki akılcılık yaklaşımı arasındaki farkı belirtmek gerekir. Mandeville’e göre doğal yapısı gereği mutlak anlamda bencil olan insan, ancak akılcı olmak yoluyla bu bencillikten kurtulabilir. Oysa geleneksel iktisada göre akılcılık, kendi çıkarını herkesin çıkarında önce gözetme ve kendi çıkarını maksimize etme anlamına gelir. Mandeville, akılcılığı diğerkamlığa ulaşmak için bir araç olarak görürken, geleneksel iktisat akılcılığı bencilliğe ulaşmada bir araç olarak görür.
KAPİTALİZMİN KÖRÜKLEDİĞİ DUYGULAR
Kapitalizmin bugün geldiği noktada, modern yaşamdaki hiçbir ortam içten samimi ilişkilerin, koşulsuz kabulün ve empatik anlayışın hüküm sürdüğü ortamlar değil. İnsanlar, içinde bulundukları topluluklarda, okullarda, işyerlerinde, gerçekte olduklarından farklı biriymiş gibi görünmeye çalışıyorlar. İnsanlar arasındaki ilişkiler içten ve samimi değil, çünkü çıkara dayalı. Empatik anlayış ise, adından çokça söz edilen ama kendisine pek az rastlanan bir kavram. Günlük, modern yaşantımızda kapitalist yaşam şeklinin özellikle körüklediği, ön plana çıkardığı bazı duygular var. Korku ve kaygı, bencillik, güvensizlik, hırs, huzursuzluk ve öfke bunların en önemlileri.
KORKU VE KAYGI: Kapitalizmin temel taşı olan rekabet ilkesi de korku ve kaygıyı besleyen en önemli unsurlardan biridir. İnsanların rekabet ilişkisinde bulundukları yerde, kaybetme tehlikesi de süreklidir. İnsanlar kar kaybına uğrarlar, işyerlerini kaybederler, toplumsal saygınlıklarını kaybedebilirler ya da beğenilme ve sevgi kaybı yaşarlar. De Botton, endişeyi körükleyen hissin, şu anda olduğumuzdan başka bir şey olabileceğimiz hissi olduğunu söyler. Bu hisse de eşitimiz saydığımız insanların bize göre daha üstün başarılar elde etmesi neden olur.
Bilgi ve teknoloji ilerledikçe, risk farkındalığı artıyor ve önceden doğal görünen pek çok şey bizim için kaygı verici bir hal alıyor. Baz istasyonlarından, terörist saldırılardan, depremden, grip virüsünden, genetiği değiştirilmiş gıdalardan kaygılanıyoruz. Kaygılar salgın boyutuna ulaştığında, gelecek bir korku ülkesi olup çıkıyor. Bugünün risk toplumunda temel haykırış “korkuyorum”dur.
BENCİLLİK: Günümüzün modern kapitalist dünyasının dayandığı geleneksel iktisat düşüncesinde insan yalnızca bencil değil, ayrıca akılcıdır da. Bu akılcılık unsuru bencillik özelliğini daha da güçlendirmeye yarar niteliktedir. Çünkü iktisadi akılcılık her durumda kendi çıkarını başkalarının çıkarından üstün tutmak, bir durumdan sağlanabilecek faydayı en çoklaştırıp, o durum dolayısıyla doğabilecek maliyeti en aza indirmek anlamına gelir. Yani bencil ve çıkarcı davranış yalnızca doğal değil, aynı zamanda akılcı olandır. Bunu tersinden okursak, bencil davranışın karşıtı olan diğerkam davranış, bu sisteme göre akıl dışıdır. Akıl dışı olmak ise çoğu insan için katlanılması oldukça zor ve ağır bir ithamdır.
GÜVENSİZLİK: Hayatın her alanında gittikçe sertleşen rekabet koşulları, insanların birbirlerine kesin bir güvensizlikle yaklaşmalarına yol açıyor. Başka insanların karşısında sürekli diken üstündeymişiz gibi hissediyoruz; Sokakta yürürken adres sormak için bize yaklaşan bir insana, cüzdanımızı çalacağı kuşkusuyla yaklaşıyoruz. Oysa insan güvenmek ister, karşısındakine korkmadan yaklaşmak ister. Eğer başka insanlara güvenirse kendini tam olarak açabilir, kendini gerçekleştirebilir. Rekabet belli bir ölçüce verimi arttırabilir belki, ama hayatımızda hüküm sürmeye başladığında güveni ve dayanışmayı yerle bir eder. Güven ve dayanışmadan yoksun bir hayat ise er ya da geç yalnız ve hasta ruhlar yaratır.
HIRS VE ÖFKE: Kapitalist sistem, işleyişi gereği insanların isteklerinin arttırılmasını gerektirir. İnsanlar sürekli daha fazlasını, daha iyisini istemeye yönlendirilirler. TV reklamları, bunun en etkili araçlarından birisidir. Süpermarketler ve alışveriş merkezleri tüketim dünyasının modern tapınaklarıdır. Kanaatkârlık modası geçmiş, müzelik bir terimdir. Hırslı insan, hep daha fazlasını ve daha iyisini isteyen insan, hiçbir şeyi yeterli görmeyen insan makbuldür artık.
Rekabete dayalı, yarışma üzerine kurulmuş bir toplumda öfke kaçınılmaz. Sıcak insani ilişkilerin gitgide azaldığı, insanların birbirlerine güvenmediği, birinin başarısının diğerinin başarısızlığı olarak kabul edildiği bir yaşantıda, insanların öfkeli olmaları sıradan bir durum olarak karşımıza çıkmakta… Uzmanlara göre, öfkenin en önemli nedenlerinden birisi, engellenmişlik duygusu. İnsanlar, modern yaşamda kendilerini gerçekleştiremedikleri zaman içlerinde öfke biriktiriyorlar. İçte biriken öfke, onu dışa vuracak bir kanal bulamazsa, bu depresyon, panik atak gibi psikolojik sorunlara neden olur.
Günümüz toplumunda pek çok belirsizliğin hüküm sürüyor, işimizi koruyabilmek için çok çalışmamızın yeterli değil çünkü dünyanın bambaşka bir ülkesinde meydana gelen bir ekonomik krizin bulaşıcılığı neticesinde işimizi kaybedebiliriz. Böyle bir durum, insanlarda haksızlığa uğramışlık hissi yaratır. Öfkenin en önemli nedenlerinden biri de budur. Öfke çoğu zaman, haksızlığa uğradığımızı hissettiğimizde ortay çıkar. Öfkelenen insanlar genellikle kendilerini bir kurban gibi hissederler.
HUZURSUZLUK: Modern yaşam pek çok insanın maddi refah düzeyini attırsa da huzur konusunda aynı olumlu etkiyi gösteremiyor. İnsanların huzursuzlukları gün geçtikçe artıyor. Bu huzursuzluğun en önemli nedenlerinden biri beklentilerimizin hatırı sayılır derecede artması.
Eşitsizlik, toplumun genel bir kuralı olduğunda, büyük eşitsizlikler çok dikkat çekmez. Ancak her şey aşağı yukarı birbirinin dengi olmaya başladığında, en ufak farklılıklar bile göze çarpar. İşte tam da bu yüzden modern toplumların bolluk içinde yaşayan bireyleri kendilerini tuhaf bir melankolinin kucağında bulurlar. Modern kapitalist yaşam, bireylerdeki beklenti hissini körükleyerek tamiri güç bir huzursuzluk duygusuna yol açar.
Sayar, modern hayatta deneyimlerimizden aldığımız tatminin azalmasının nedenlerinden birinin, kendi yaşantılarımızı kıyasladığımız şeylerin bolluğu olduğunu söyler. Seçeneklerdeki bolluk, bu tatminsizliğe katkıda bulunmaktadır. Maddi ve sosyal şartlarımız geliştikçe kendimizi kıyasladığımız standartlar yükselir. Haz duygusunun referans noktası arttıkça, beklenti ve hayallerimizin çıtası yukarı çıkar. Seçeneklerin artması, kaçınılma biçimde beklentilerin de artmasına neden olur. Beklentilerin artması da huzursuzluğumuzun artmasına yol açar.