Ansızın, duygu-durumsal astral bir seyahat…
Bilirsiniz sokak lambalarının; her gün salınan metreküplerce karbonmonoksitin ve gidip gelmekten usanmayan lastiklerin izlerinin düşümünde yıpranmış, yamalı, eski bir asfalta yansıyan isli portakal turuncusu rengini. Milyonlarca sinek ve börtü ve böcek dolmuştur plastik zihinlerinden içeri, yılmadan, usanmadan aydınlatmışlardır karanlık her geceyi.
Görmekten yoksunların dahi gözlerinde canlandı birden, ıssız ve uçsuz sokağın başında; tozlu soğuk, isli ışık, günden kalma karışıklık. Dedim ya; birden işte. Kafanızdan geçenlere doladığınız atkının arasından sızan ayaz, keskinliğiyle dondururken fikirlerinizi düşünün ki bir kadın sevebilmeyi. Düşünün ki, sevebilesiniz. Şansınız varsa, günden kalma düşler toplanmış olsun kaldırım kenarlarına. Öyledir ya muntazam bir günün gecesinde kullanılmış düşüncelerin sokaklarda sürükleniyor oluşu, maaşlı bir düşemicinin işini iyi yapamadığını düşündürtecektir sizlere. Bazı geceler, isli portakal turuncusu rengindeki lambaların aydınlatamadığı sokaklarda tek başınıza değilsinizdir. Geçimlerini, artık düşüncelerden sağlayan gündüzlerden kaçıp geceleri yaşayan korkusuz düş toplayıcılarıyla karşılaşırsınız. Gözleri karadır, karanlıkta görürler, zifiriyle beslenirler. Uçsuz dediğime bakmayın, her sokağın bir sonu vardır ta ki tan vaktine kadar. Adımlarınızın yankısı duyulmuyordur, hissedilmez benliğiniz ve sağırdır her sokak. Bir sokak ki düşünün; kadınsız, çocuksuz ve satıcısız ne denli bir sokaktır, çizgileriyle cılız.
Hileli bir labirente dönüşürse şayet gece, nefes almak zorlaşır bu yankısızlıkta. Kurtuluş, adımlarını saymaktadır her solukta. İşte böyle bir gecede, şafak sökmeden önce sönüyorsa lambalar o şehirde, bilinmezliğindendir; gündelik sebeplerin aydınlığı, Karanlıkta görmeyi öğrenenlerdir.