Bir filmi izlemek için defalarca niyetlenip, her defasında bir sebeple izleyemediğim çok olmuştur, ta ki; “doğru zaman” gelene dek. Doğru zamansa bazen bir kitapla...

Bir filmi izlemek için defalarca niyetlenip, her defasında bir sebeple izleyemediğim çok olmuştur, ta ki; “doğru zaman” gelene dek. Doğru zamansa bazen bir kitapla, bazen bir başka filmle, bazen bir müzikle gelirken bazense hiç gelmiyor. Benim için bu filmlerden birisi de Steve McQueen’in 2008 yapımı Hunger (Açlık)  filmidir. Ya da filmiydi desem daha doğru olacak. Zira kendisini artık izlemiş bulunmaktayım. Kendisi Bafta’da aday olmuş Cannes’dan ödül almış ve 30’un üzerinde ödül adaylık ve ödül sahibi bir film. Ödül enflasyonu bana çoğu zaman bir şey ifade etmez ama ifade edenleri de yabancılamıyorum, bu sebeple de ödül detaylarını paylaşayım dedim.

Açlık, 1980’li yıllarda İngiltere’nin IRA üyelerine karşı politik duruşuyla bağlantılı olarak, hapiste bazı hakları kazanmak için ölüm orucu ile üyelerin ”hayatlarından” özveride bulunanlara dair bir son günler filmi. Son günleri özellikle bir mahkûm (Bobby Sands) üzerinden görsek de aslında eylemde bulunan insan sayısı epey fazla.

 - Peki, neden izlenmeli bu film?

- En iyi hapishane filmi mi? Değil.

- Anlatımı mı şahane ? Kötü değil ama şahane de değil. Neticede yönetmenin ilk uzun metrajı.

En iyi hayata karşı motivasyon filmi mi? Hayır değil.

Ee o zaman ne?

Dünyada açlıktan ölen mi var diyenlere için Steve McQueen'den geliyor: Hunger

Dünyada açlıktan ölen mi var diyenlere için Steve McQueen'den geliyor: Hunger

Herkesin filmden alacağı farklıdır muhakkak. Kimi direnişle kazanımın ilişkisini görecek, kimi şiddete karşı gözlerini açarak izleyecek, kimi hapishane filmlerine olan ilgisi için yanlış bir film seçtiğini düşünecek ama herkes bir şekilde 1981 yılında birkaç adamın hayatlarını feda etmek pahasına direnişlerine tanık olacak.

İzlemenizi önermem için belki birkaç neden saymakta fayda var.  Öncelikle, tüm imgelere rağmen bayağı direkt bir film ve bu haliyle okuması çok zor değil. Uzun uzun anlatıyor ama hiç uzatmıyor. Anlatımdaki uzunluk izleyeni sıkıyor, huzursuz ediyor. Çünkü Steve abi öyle istiyor. Çünkü orası hapishane, istediği kıyafeti bile giyemeyen, yerli yersiz şiddete maruz kalan ve istedikleri şekilde davranışlara maruz kalmayan insanların kaldıkları yer. Yani; doğalında sıkıcı olan bir mekanda geçen, haliyle de doğalında sıkıcı olması gereken bir film.  Mekân olarak hapishaneyi kullanan bir filmden daha fazlasını bekleyemeyiz zaar.  Tahminen zaman orda daha zor, hatta iç sıkarak, can acıtarak geçiyordur. İzleyen için de böyle geçmesini istemiş olmalı yönetmen. Bu sebeple şöyle oturayım da sevdiceğimle keyif veren,  iç aydınlatan bir film izleyeyim diyenlere, bu gün git yarın gel diyelim.

Dünyada açlıktan ölen mi var diyenlere için Steve McQueen’den geliyor: Hunger

Film en somut haliyle; “öteki” olan insanın,  hiçbir yerde direnmeden ya da fedakârlık etmeden “ötekileyenden”  bir şey alamadığının ifadesi. Bu sebeple medeni olduğunu iddia etsin etmesin hiçbir ülke… 

Özetle: Bazı küçük kazanımların elde edilmesi için, bazılarının ne denli çok ve büyük özveride bulunmaları gerektiğini göstermesi bakımından kayıtlara geçecek filmlerden.  Bu filmin eleştirisini de başka bir zaman bloktan uzun uzun paylaşacağımız kesin.

Bu filmi izledikten sonra, döneme dair Thatcher ve İngiliz hükümet tutumunu bir miktar daha hatırlamak için de Meryl Streep’e 2012 yılı En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıran The Iron Lady (Demir Leydi) filmini izlemekte fayda olabilir.

İyi seyirler…