Fikir yoksulluğu

Ekmeğe, suya ihtiyacım var

Fikir yoksulluğu bütün yoksullukların anasıdır. Fikir yoksulluğunun diğer yoksulluklardan önemli bir farkı vardır. Diğer her şeyin yoksulu olduğunu bilen insan, "Benim paraya ihtiyacım var", "Ekmeğe, suya ihtiyacım var" diye söyleyip, derdini dile getirebilir.

Fikir yoksulu insanlar ise, fikrin yoksulu olduklarını bilmezler. Kişi ne kadar fikre muhtaç ise, kendini o kadar fikir varsılı zanneder. Bu nedenledir ki; fikren gelişmemiş toplumlar kitap okumazlar! Her şeyi bildiğini sanan adam, neden kitap okusun?

Ayrıca, fikir yoksulu bir adamın okuması da ne derecede okumak sayılır? Bunu da düşünmek gerekir. Çünkü, o neyi ne kadar bildiğini bile düşünmemiş bir adam olarak, ve her şeyi bildiğini zanneden bir adam olarak, okusa bile düşünmeyecektir! "Acaba benim bu zamana kadar bildiklerim yanlış mıdır?" demiyecektir.

Neyi, nasıl yazarsak yazalım, bu fikir yoksulu kişiler hala yanılgılarının ve zanlarının doğruluğuna iman etmiş adam olarak kalacak, okusa bile okuduğundan nasiplenmemiş olacaktır.

Fikir öyle bir şeydir ki; onun alıcısı, ona muhtaç olan değildir. Fikrin alıcısı fikir sahibi olandır. Bu demektir ki, bir ülkede fikir yoksulluğu var ise, siz böyle bir yoksulluk yaşayan topluma dünyanın en anlamlı kitabını verseniz faydası yoktur. Siz bu topluma muhtaç olduğu fikri sunsanız manası yoktur!

Bir toplum düşünemediği için fikir yoksulluğuna düşer. Bir fikir ne kadar değerli olursa olsun, onun değerli olduğunu birilerinin anlaması için, kişinin verilen fikir hakkında gene düşünmesi gerekir. Zaten o düşünme tembeli ve kabiliyetsiz ise, zaten o düşünemediğini bile bilmeyen biri ise, sizin fikrinizin değerini nereden ve nasıl bilebilir ki?

Ben ilkokul tahsilli bir vatandaşım. Yazar değilim, herkes gibi ben de bilirdim ki, bu ülkede insanlar kitapçı dükkanlarının önünde sırada falan değildir. Ben bunu biliyordum. Evet ben ilkokul tahsilli biriydim ama, ben çok düşünen, öğrenmeye hevesli, anlamaya gayretli bir yaratılışa sahip biriyim.

Bunu şöyle anlatabilirim; Daha çocukluğumda yepyeni bir alet eve gelmiş olsa, ben o aletin içini açıp bakmadan, o aletin nasıl çalıştığını anlamadan rahat edemezdim. Benim için aletin iş yapmasından çok, onun nasıl çalıştığı önemlidir.

Bu çok önemlidir. Öyle tahsilli kişiler vardır ki, yıllarca bir otomobili kullanırlar, karbüratör neresidir bilmezler. Bindikleri arabanın sadece yürümesi ve hızı onları tatmin eder. Bu arabanın çalışması, yürümesi nasıl gerçekleşiyor bunu hiç düşünmezler.

Bu kadar meraksız, bu kadar düşüncesiz bir adam, yüksek tahsil görmekle çok büyük bilgi sahibi olduğuna inanır. Oysa bilgi ve fikir sahibi olmak, ilgilenmekle, düşünmekle olacak bir iştir.

Ben eminim ki, benim kitabımı okuma imkanına sahip olanlar, "Bir ilkokul tahsilli adamın fikrinden ne olur ki?" diye düşünmüşlerdir. Keşke "Bu adam bunu ne kadar düşünmüştür?", "Bu ülkede kitap yazmak bu kadar kolay mıdır da bu adam bu kitabı yazmıştır" diye düşünmüş olsalardı.

Bu satırların yazarının beyni en çok hangi konuda meşgul olmuştur? Bu adam en çok neyi düşünmüştür?

Ben ülkemi, ülkemin istiklalini, istikbalini düşünürüm. Ama ben, her şeyi çok yönlü, çok ihtimalli düşünürüm. Sahip olduğum bir fikrin doğruluğuna kolay kolay inanmam. Her zaman hatalı düşünmüş olabileceğime inanarak yeniden ve farklı şekillerde düşünürüm.

İşte insan, sıradan insan olmaktan ancak böyle kurtulabiliyor.

Bu satırların yazarı ülkesini çok düşünür. Ülkemi herkesten çok sevdiğimi hiçbir zaman iddia etmedim. Çünkü böyle bir inanca sahip değilim. Bu ülkede insanların ülkesini çok sevdiğinden asla şüphe duymuyorum. Ama bunun anlamı yoktur! Bir milletin ülkesini çok seviyor olmasının ülkeye ve millete faydası yoktur. Önemli olan ülkeyi ne kadar ve nasıl düşündüğündür.

Ben de bundan on yıl öncesine kadar, bu ülkedeki herkes gibi, benim oy verdiğim parti, benim oy verdiğim lider iktidar olur ise, memleket kurtulur, her şey güllük gülüstanlık olur zannederdim. Ama bir gün kötü yönetilmenin "sistematik" olduğunun farkına fardım.

Ülkenin kötü yönetilmesine neden olan "hataların" farkına vardım. Gerçek şudur ki; Cumhuriyet sistematik bir rejimdir. Cumhuriyet sistemden anlamayanların istifade edebileceği, fayda görebileceği bir rejim değildir!

Sistemden anlamayanların hatasız bir sistematik kurgu gerçekleştirme şansları yoktur! Sistemlerinde hata kabul etmedikleri açık ve nettir. Ayrıca sistemlerde hatanın büyüğü küçüğü olmaz. Bir sistem hata büyük olsa da, küçük olsada sonuç vermez.

Türkiye’nin neden başarılı olamadığının sırrı da, Türkiye’de rejimin neden silahla korunmakta olduğunun sırrı da basit bir sistem hatasından kaynaklanıyor.

Basit bir hatanın bu ülkenin en azından elli yılının kayıp edilmesine yol açtığını söylemek mümkündür. Bu basit hatayı bir sayfalık yazı ile anlatmak mümkündür. Düşünebilen bir insan bulabilmek şartı ile.

Basit bir hatanın bir ülkeyi mahfetmiş olduğuna, düşünemeyen bir insanı inandırabilmenizin mümkünatı yoktur. Sistemden anlamak önemlidir. Bir otomobilin çalışmaması durumunda, otomobilin çalışma sistemini bilen insan farklı yerlere, bilmeyen insanlar farklı yerlere bakarlar.

Ben sistemdeki basit hatayı görüyorum. Bir kablo yanlış yere bağlanmış! Bu kablo doğru bağlanacak olsa bu otomobil çalışır. Ama bu ülkede insanlar sistemden anlamadıkları için, hatanın farkına varamıyorlar. Şoförün, otomobili çalıştırmayı beceremediğini düşünüyorlar. Böyle düşünüldüğü için ülkenin elli yılı hükümet iktidar değiştirmekle geçmiş, Ülke varabileceği mesafeyi kat edememiştir.

Ben diyorum ki; Bu hata giderilmediği sürece, bu otomobili ben bile yürütemem!

Basit bir hata neden görülemez? Küçük olduğu için. Ama küçük olsa da hata hatadır, hatalı bir sistem çalışmaz.

İşte ülkeyi mahfeden, insanları birbirine düşüren, ülkede rejim girdabı, düzen yozluğu yaratan bu basit hatayı gören biri olarak, bir basit hatanın ülkeyi mahfetmesine göz yumamadığım, adam sende diyemediğim için, içinde bulunduğum vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeden, benim için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek "Reform ve farklı Türkiye" diye bir kitap yazdım.

"Bana bu cümleler başını derde sokar, mahkemelik olursun" diyenlere; "Ne iyi, hakimde benim kitabımı okumuş olur" dedim.

Türkiye bu kitaba muhtaç olduğu halde, beş kuruş menfaat gözetmeden, para kazanmadan fikir yoksulu yurdum siyasetçisine gönderdiğim halde, bu reform mücadelesi başarılı olamadı.

Oysa bu reform, hiçbir partinin fikirleriyle çatışmayan, hiçbir partinin görüşün savunucusu olmayan bir reformdu. Üstelik son derece basit, hiçbir maliyeti olmayan, adil, katılımcı, paylaşımcı, son derece sistematik bir reformdu bu.

Eğer bu fikir değerlendirilecek olsaydı, bu reform gerçekleştiği andan itibaren Türkiye’de her şey değişecekti.

Olmadı…

Bir işçi sayın Başbakanımıza maaşının yarısı olan 533 milyon TL göndermişti de Başbakanımız çok duygulanmıştı. Ben sayın başbakana farklı bir Türkiye yaratacak fikir verdim de, başbakanım hiç duygulanmadı bile! Her şeyi bildiğini sanan adam, başakalarının yazdıklarını neden okusun?!

Başbakana para lazımdı, fikir değil sanırım. Fikre muhtaç insanların ortak özelliği: "Fikre ihtiyacım yok! Bana para lazım" anlayışına sahip olmalarıdır.

Bu ülke imkanları kıt, toprakları çöl olduğu için yoksul ve geri kalmış değildir! Bu ülke beyinler çöl olduğu için yoksul ve geri kalmıştır.

Bir ülke için, bir toplum için en büyük felaket beyin çölleşmesidir. Beyinler çöl olursa ne orada fikir ürer, ne de orada başakalarının fikirleri yeşerir!

Fikirin üremediği, üreyen fikrin yeşerip dal budak olmadığı bir ülkenin sonu dükkanı kapamaktır! Fikir üretemeyen, fikrin kıymetini bilmeyen bir toplumun ülkesini sevmesinin bir anlamı yoktur. Böyle bir milletin ülkesini çok seviyor olması bile bir felakettir.

Yazıma kitabımdan bir sözle son vermek istiyorum;

"En zavallı millet; saltanatla yönetilipte, cumhuriyetle yönetildiğini sanandır."

Cumhuriyete sahip olabilmek için daha çok düşünmemiz lazım.