ÖLMEYE Mİ GELDİK BEYLER!
En azılı “zombi sever ölümlüler” bile, şu saatten sonra zombi furyasına dair daha önce dillendirilmemiş yeni bir kelam edemeyecektir orası kesin! Türün takipçisi olmak bir noktadan sonra vaz geçilmez alışkanlıklarımızdan biri haline gelse de; sinema, televizyon, edebiyat ve video oyun piyasasında türe eklemlenen her parçanın “zombi konseptini” biraz daha şişmanlattığı da ortada! Pek çok yeni fikrin bile hızla tükendiği ve artık “parodinin parodisinin parodisi” olabilecek ürünlerin perdah olmaya başladığı düşünüldüğünde, zombi klişelerine taze kan pompalayacak fikirlerin tükenmeye başladığını söylemek hiç de yanlış sayılmaz!
2006 yılında konsollarımıza ve PC’lerimize konuk olan ilk Dead Rising oyunu, türün klişelerini iyi işletebilmenin yanı sıra, o dönem için bir başka sinemasal trend haline gelen zombi parodisi eğilimine de oldukça yakın duruyordu. Mantar gibi türeyen zombi oyunları ve perdede art arda boy gösteren zombi parodileri arasından öyle hemen sivrilebilecek üstün niteliklere sahip değildi belki ama kendine özgü bir takipçi kitlesi yaratmakta da zorlanmadı. Nihayetinde ne olursa olsun raflarda kalmayan, çatır çatır satan bir türün mensubuydu ve bu nimetlerden faydalanması da hiç zor olmadı!
Fotoğrafçı Frank West’in, salgının tam ortasında, zombilerin en favori mekânı olan alışveriş merkezlerinden birinde mahsur kaldığı oyun; Romero sevenler için oldukça iştah açıcı ve zombi popülasyonu açısından da öncüllerinden çok daha kalabalık ve doyurucu bir macera vadediyordu! West’in tek başına hayatta kalma öyküsünü ise; kızının hayatını kurtarabilmek için zombi deryasının içine gömülen Chuck Greene’nin mücadelesi izledi! Devam oyunuyla birlikte eğlence çıtası biraz düşen ve oyun severlerin büyük bir kısmının burun kıvırdığı seri; Dead Rising 3 ile birlikte eski itibarını geri kazanmayı ve oyundaki zombiler misali yeniden ayaklanmayı hedefliyor!
Son yıllarda karşımıza çıkan tüm zombi temalı(!!!) oyunlar gibi Dead Rising de aslen sayıları yüz binleri bulan bu kokuşmuş öcüleri öykünün dışında tutmayı hedefleyen bir yapıya sahip. Çevredeki çürümüş ısırganlarla didişmek yerine, kıyamet sonrası ile tokalaşmış bir dünyada yine kafayı kırmış “yaşayanlarla” saç saça baş başa girdiğimiz bir öykü sunuyor bizlere… Bu yaklaşımı bu kadar popüler hale getirdiği için öncelikle Robert Kirkman’a teşekkür etmeliyiz… Eminim birkaç yıl içerisinde kendisine yine aynı sebepleri gerekçe göstererek ağız dolusu küfürler de etmeye başlayacağız… Her neyse…
Dead Rising 3, yine GTA serisiyle hayatımıza giren ve bir türlü çıkmak bilmeyen oyun geleneğini sürdürmekte direniyor. Bu sefer karşımızdaki öykü ilk iki oyundakine nazaran biraz daha geniş… Tıpkı öncülleri gibi yeniden Microsoft Exclusive’in ellerine emanet edilen oyun; daha önce Xbox One’ın oyuncuya sunamadığı Full HD kalitesine bandırılmış bir şekilde PC oyuncularının emrine amade edilmiş!
Serinin üçüncü halkasında, artık kıyamet sonrası atmosferiyle barışmış ve bir şekilde şartlara adapte olmayı başarabilmiş bir ekiple hareket ediyoruz. İlk zombi saldırılarının üzerinden on yıl geçmiş, dolayısıyla sokaklarda cirit atan yürüyen ceset popülasyonu da hemen hemen doruk noktasına ulaşmış! Bu hengâme içerisinde kontrol ettiğimiz karakter ise, bu on yıllık süreç içerisinde nasıl hayatta kaldığına bir türlü akıl sır erdiremediğimiz Nick Ramos! Ramos, tabiri caizse pısırıklık abidesi bir oto tamircisi! Tabi bu özelliği, kendisinin işlevselliğini görmezden gelebilmek için yeterli değil. Ramos, her türlü elektronik ıvır zıvırdan anlayan bir ölümlü ve bu özelliği sayesinde de oyunda etraftan topladığımız zımbırtılarla portatif kıyım makineleri yaratmaktan da geri kalmıyor. Çivisi çıkmış bir dünya için bulunmaz bir nimet! Yani sizin anlayacağınız, oyundaki birbirinden marjinal silah kombinasyonlarının mucidi, gölgesinden korkan biricik Ramos’umuz…
ZOMBİ DERYASINA DALALIM BU GECE!
Dead Rising 3, mesken olarak bu defa açık alanları bellediğinden dolayı, oyuna kendi içerisinde önemli bir esneklik getirmiş. Bu defa yapacak daha çok işimiz, koşturacak daha çok görevimiz var. İlk iki oyunun ağırlıklı olarak kapalı mekânlarda geçtiği düşünüldüğünde, şehre yayılan bir zombi salgını fikri, hiçbir yenilik barındırmasa da hali hazırda bir miktar çekiciliğe sahip! Etrafta sizden yardım bekleyen pek çok mağdura el uzatabilmeniz için de harika bir fırsat bu!
Tabi oyunun asıl çekiciliği tıka basa zombilerle dolu olan Los Perdios şehrinin ta kendisi! Evet evet! Karşımızda bu zamana kadar çıkmış / çıkabilecek en kalabalık zombi istilası duruyor! Öyle ki en kallavi araçla bile aralarına daldığınızda ceset okyanusunda ilerlemeniz kabusa dönüşebiliyor. Aynı anda üzerinize çullanan onlarca zombi sayesinde de aracınız olabilecek en kısa sürede perte çıkıyor! Aslında bu işleyiş oyuncuyu da sürekli diken üstünde tutacak bir fikir doğurmuş. Yani bir silindir ile yüzlerce zombiyi pestile çevirebilmek bile size garantili bir kaçış bileti sunmuyor. Özetle altınızdaki vasıta ne olursa olsun bir gün hurdalığı tadacak ve bu fikre de kısa sürede alışıyorsunuz!
Oyundaki kalabalık zombi popülasyonu stabil değil. Örneğin, oyunun başlarında sokaklarda gruplar halinde zombiler görüyorsunuz fakat oyunun finaline doğru, neredeyse bütün ana caddeler ve ara sokaklar tepeleme zombi kaynıyor ve saldırıya uğramadan aralarından geçip gidebilmek iyiden iyiye işkenceye dönüşebiliyor. Bu bağlamda, ekrandaki ısırgan ceset sayısı için bile, Dead Rising 3 es geçilmemesi gereken bir deneyim sunuyor!
DR3, kendi içerisinde güzel yenilikler barındırsa da, türe herhangi bir yenilik getirdiğinden söz edebilmemiz mümkün değil. Örneğin Red Dead Redemption ile hayatımıza giren, bir yerden bir yere yolculuk ederken spontane bir şekilde patlak veren yeni görevler; burada da oyunun nefes almasını sağlıyor. Fakat DR3, bu konuya kendine has bir yenilik getirmiş diyemeyiz. Şehrin kıyısından köşesinde kurtarılmayı bekleyen insanlar, eşkıyalara karşı giriştiğimiz sokak çatışmaları ya da bizleri potansiyel birer zombi olarak gören ve ilk fırsatta tek kurşunla beynimizi dağıtma hayaliyle yanıp tutuşan güvenlik güçleri… Özetle DR3’de sizleri ana meseleden alıkoyacak pek çok ıncık cıncık detay var. Bu detaylar, Los Perdios şehrini nefes alıp veren, yürüyen ölülere rağmen fazlasıyla “canlı” bir yer haline getirmiş
Oyun bir noktaya kadar öyküyü tatlı tatlı işletecek fazla bilindik numaralara baş vuruyor. Öldürdüğünüz zombi kellesi başına kazandığınız PP’ler ile seviye atlıyor, atladıkça güçleniyor, gelişiyor, serpiliyorsunuz bla bla bla… Etrafta bulduğunuz yeni nesneleri birbirine entegre edip yaratıcı silahlar yapabildiğiniz gibi, oradan buradan cebe indirdiğiniz çeşitli silahlarla da toplu kıyım yapmanız mümkün. Optimum seviyede araç da kullanabildiğiniz oyun; bu türden “göz boyayan” dümenlerle oyun süresini kafi miktarda uzatıyor! Bir de bunun üzerine eksantrik kıyafet seçeneklerini de eklediniz mi curcunaya doyacağınızdan hiç şüphem yok!
DR3, oyun işleyişine eklenen bütün bu fiyakalı yeniliklere ve oynanış açısından sunulan kolaylıklara rağmen zaman zaman türdeşlerinin düştüğü hatalara. Bir noktadan sonra görev peşinde koştururken takıldığınız diğer detaylar sebebiyle de ana öyküden alabildiğine uzaklaşıyorsunuz. Oyun büyük bir hızla oyuncuyu sarıyor, bir süre sonra da aynı hızla sıkmaya başlıyor. Yine de renkli karakterler ve oyunun çıtasını yükselten arızalı boss’lar sayesinde finale doğru “keyifmetrenizin” ibresi yeniden şahlanmayı başarıyor!
DR3 dolu dizgin aksiyon arayanlara ve grafik şiddete doyamayanlara reçete maiyeti taşıyor taşımasına da bu reçetenin acı bir faturası da oluyor! Eğer ki teknik eksiklikleri sineye çekebilecek bir oyun severseniz ve serinin öncüllerinden haz ettiyseniz, Dead Rising 3’te sizin gözlerinizi tırmalayacak neredeyse hiçbir şey yok! Fakat emsallerinin alıp başını yürüdüğü bir dönemde, ekran yenileme oranındaki düşüklük, yapay zekadaki patlaklıklar, ipe sapa gelmez bug’lar ve bütün bunlara da yüksek sayılabilecek bir sistemle erişebiliyor olmak ister istemez canınızı sıkacaktır!
Yine de karşımızda duran bu kalabalık zombi curcunasının, türün meraklılarına hitap eden çok çok çok çok ve daha da çok önemli bir artısı var: Daha önce ekrandan taşacak hissi uyandıran, bu raddede kalabalık bir zombi şöleniyle karşılaşmadınız! DR3’ün iç kanatan eksilerini görmezden gelebilmek için tek başına yeterli bir sebep mi? Neden olmasın?