Night of the Living Dead - Yaşayan Ölülerin Gecesi

Night of the Living Dead - Yaşayan Ölülerin Gecesi

Soğuk savaş yıllarında ilk örneklerini veren kıyamet-sonrası romanların (Lloyd Abbey, Paul Anderson, Neal Barrett, Richard Matheson) inanılmaz bir popü­lerliğe ulaşması, her zaman olduğu gibi film yapımcılarının gözünden kaçmamış ve “Kıyamet-sonrası, bilim/kurgu, korku ve drama” gibi alt türlere ayrılarak geli­şim göstermeye başlamıştır. Türlü türlü felaket senaryoları ve eğer böyle olursa, diyerek oluşturulan temel iddia ve olması muhtemel bir felaketten duyulan korku, yazarların kaleminde şekillenmiş ve tüm duyguları paraya çevirmesini bilen Hollywood aracılığıyla yönetmenlerin kamerasında son şeklini almıştır. Kıyamet ve kıyamet-sonrası teması, öncelikli olarak Amerika merkezli “Nükleer Tehlike” senaryoları olarak ortaya çıkmıştır. Genel olarak konular alternatif gelecek model­leri üzerindeki sanrılamalardan oluşur. Bu yapıtlar, felaketi olduğu kadar felaket sonrası toplumun alacağı şekil, sosyal yaşam ve felaketten sonra yetişecek kuşak hakkında da bir çok önermeler sunarlar. Burada inceleyeceğimiz üçleme, türün, dolaylı yoldan, eskiden beridir kullanılmakta olan zombi öğesine adapte edilmesiyle oluşan “kıyamet-sonrası zombi” filmlerinin belki de en bilinen ve sevilen üçlüsüdür.

İşe 8mm’lik filmler çekmekle baş­layan Amerikan bağımsız korku sine­masının duayeni George Romero’nun öyküsü televizyon şovları yönetmesiyle devam eder. Bu bildik öyküyü kökten değiştiren şey ise 1967′de Romero, John Russo ve Scott Streiner’ın düşük bütçeli bir korku filmi yapmak amacıyla Hardman Associaties adlı reklam şirketinin sahibi Kari Hardman’la görüşmeleri ve Image Ten Inc.’ı kurmaları olmuştur. Böylece, Night Of The Living Dead (Yaşayan Ölülerin Gecesi; 1968) ile Ölüler Üçlemesi başlamış olur.Bizim burada inceleyeceğimiz ilk ölüler filmi olan Night of the Living Dead, 1990 yılında çekilen ve 1968 versiyonunun birebir renkli yeniden çekimi olan Yaşayan Ölüler filmidir.Ancak 1968 yapımı filmle ilgili bazı bilgiler vermekte de fayda görüyorum.

Night of the Living Dead (Yaşayan Ölülerin Gecesi)

White Zombie (Beyaz Zombi; 1932), The Ghost Breakers (1940), I Walked With A Zombie (Bir Zombi ile Yürüdüm; 1943) gibi yapıtlarla başlayan zombi filmleri, başlarda zombi imgesini vudu büyüsü, kara büyü gibi metafizik kavramlarla açıklarken yukarıda bahsedilen top­lumsal histerilerin işin içine girmesiyle bu tür biçim değiştirip zombi olgusunu daha maddi ve akılcı bir şekilde açıklamanın yollarını aramaya başlamış ve bunda da Richard Matheson’un I’m A Legend (Ben Bir Efsaneyim) adlı romanı büyük bir yol gösterici olmuştur. Akılcı bir şekilde açıklanan (virüs ya da rad­yasyon etkisi, çılgın bilim adamları, vs.) korku öğesi dönemin özellikle Amerikan izleyicisinin içinde bulunduğu soğuk savaş atmosferiyle bağlantılı olarak “Ya olursa?” endişesiyle eşlendiğinden bu filmlerin etkisi vudu temelli açıklamalara sahip zombi filmlerinden farklı bir yere oturuyordu.

Zombilere bilimsel bir açıklama getirmeyi ilk deneyen filmlerden biri Night Of The Living Dead’dir. Romero, yeniden hayata dönüş olgusunu düşen bir uydudan yayılan radyasyon kaynaklı hastalıkla açıklar — belki de bu senaryo için Sovyetler’in yörüngeye yolladığı uyduların Amerikan halkında yarattığı korkudan feyiz aldığını söyleyebiliriz (Sovyetler, yörüngeye 1961 yılına kadar tam on tane Sputnik uydusu oturt­muşlardı). 1968 yılı yapımı filmin klostrofobik atmosferi, filmi daha da ürkünç bir hale getirmiştir. Romero’nun John A. Russo ile birlikte kaleme aldığı bu bağımsız yapımı 114 bin dolara mal olmuş ve renkli çekilmeye başlayan film bütçe yetersizliğinden dolayı siyah-beyaz olarak tamam­lanmıştır Filmin siyah-beyaz ol­masının dezavantajları olduğu kadar avantajları da vardır: renk ile ilgili olarak kimsenin başı ağrımamıştır — hatta bazı sahnelerde kan niyetine çikolata şurubu kullanılmıştır. Filmin müzikleri için ayrı bir bütçe ayırmak söz konusu bile olmadığından, müzikler Capital film müzikleri kütüphanesinden alınmıştır. Filmdeki zombi kadrosu ise, Romero’nun arka­daşları, set ekibi ve Evans City civarından toplanmış insanlardan oluşturulmuştur.

Film, Pittsburgh’un dışındaki Evans şehir mezarlığında başlar, Barbra (Judith O’dea) ve kardeşi Johnny (Russel Streiner) annelerinin mezarını ziyaret için bu me­zarlığa geldiklerinde, arabadan inerken radyodan gelen garip açıklamalarla bir şeylerin ters gittiği anlaşılır. Kardeşini sürekli korkutarak onunla dalga geçen Johnny sonunda kardeşini korkutmak için gösterdiği adam tarafından öldü­rülür. Adamın başını yukarı kaldırıp bakmasıyla şimşekler çakar ve adamın bir zombi olduğunu görürüz. Çığlık çığlığa kaçan Barbra sonunda bir çiftlik evine sığınır; tele­fonların çalışmaması bize ikinci kez bir şeylerin ters gittiği mesajını verir. Küçük bütçesiyle etkileyici ve gerçekçi genel felaket görüntüleri çekemeyeceğini bilen Romero bu işe hiç girişmemiş ve tv haberleri ya da radyo anonsları aracılığıyla yaşanan geniş çaplı felaketi “göstermeden ima etmiştir”. Barbra’yla beraber bir kaç korkutucu dakika yaşayan izleyici çok geçmeden filmin kahramanıyla tanış­tırılır: arabasının benzini bitmek üzerey­ken gelip eve sığınan Ben hemen kontrolü ele alır ve evin etrafını zombilerden temizleyip evi izole etmek için camları ve kapıları tahtalarla çakıp kapatır. Yeterince badire atlatmış olan Barbra girdiği şokun etkisiyle film boyunca pek kalkamayacağı koltuğa oturur — daha doğrusu kapıları açıp ölen kardeşini kurtarmaya gitmek gibi saçma fikrini onaylamayan Ben tarafından “otur­tulur!” Ben, yolda geçirdiği maceraları anlatarak yine seyirciyi tuzağa düşürür — Romero’nun film boyunca kullanacağı göstermeden ima etme tuzağına. Sahneyi hiç çekmeden onu oyuncuların ağzından anlatma yöntemi Romero’nun 114.000 dolarlık bir bütçeyle uygulayabileceği kuşkusuz tek ve en iyi yöntemdi. Daha sonra evin her yerini kapatan Ben, radyoyu açar ve felaket aşamalı olarak seyirciye anlatılmaya başlanır. İlk radyo anonslarında felaket, deliler ordusu, katiller grubu gibi varsayımlarla açıklanır. Radyo anonsları ve daha sonra da evde bulunan televizyondan felaketin gerçek nedenini ve sonucunu öğrenir izleyici: Düşen bir uydudan yayılan radyasyonla hayata dönen ölüler, canlı insanlara saldırarak onları yemektedirler. Elbetteki, oldukça cüretkar bir önerme: Radyasyon! Duran bir beyni yeniden çalıştıran, canlandırdığı ölüleri beyinlerinden vurulmadıkları sürece ölümsüz kılan bir neden. Aklıselim her insanın kolayca çürütebileceği bir tez! Ama daha önce de bahsettiğimiz gibi toplumsal histeri, en grotesk önermeyi bile inandırıcı kılabilir. Romero’nun televizyondaki hükümet ve ordu görevlileri ile ilgili kendisinin de rol aldığı bir sekansında da, halkın yönetimlere olan güvensizliği irdelenir.

Evin içinde bir tüfek bulan Ben çok geçmeden evin bodrumunda gizlenmiş diğer kahramanlarla tanışır. Kendilerine niye yardım etmedikleri konusunda he­men kavgaya tutuşan Ben ve Harry film boyunca kedi köpek gibi dalaşacaklarının ilk işaretini verir. Harry’den önce eve gelmiş olan Tom ve sevgilisi Judy, filmin antipatik unsuru Harry’nin karısı Helen ve ölüler tarafından ısırılmış kızları Karen ile karşılaşırız. Filmin neredeyse yarım saatini dolduran “Bodrumda mı sak­lanalım, yoksa yukarıda mı kalalım?” tar­tışması Ben’in liderliği altında yukarıda toplanmalarıyla son bulur. Romero’nun senaryolarında liderlik, karizma gibi pozitif özelliklerin genellikle siyahi oyunculara verilmesi ilginç bir noktadır. Zombilerden birisi alet kullanmaya karar verip yerde bulduğu tahta parça­sıyla kapıya vurmaya başlaması diğer zombileri de harekete geçirir ve zombilerin hepsi kapalı kapı ve pencerelere saldırmaya başlar. Onları engellemeye çalışan Ben silahını yere bırakır, bu fırsattan yararlanan Harry silahı yerden alıp Ben’in üzerine doğrultur. Bir çok korku klişesindeki gibi etrafı korku öğeleriyle sarılmış durumdaki kah­ramanların birbiriyle mükemmel daya­nışmasını, Romero’nun filmlerinde pek göremeyiz. Romero kahramanları, hiç bir zaman içlerinde zaten seçilmiş olan bir lidere sahip değildir. Ben, Harry’nin elindeki silahı kapar, ve yine klişelerin aksine Harry’yi hemen vurur. Bu arada yukarıdaysa Harry’nin karısı Helen’i yakalayan zombiler film boyunca depresif takılan Barbra’nın ani atağıyla durdurulurlar. Fakat Barbra kendini kur­taramaz ve eldivenlerinden tanıdığımız sabah ölen kardeşi tarafından alınır. Barbra tarafından kurtarılan Helen kendini bodrum katına atar ve henüz ölmüş olan babasını yemeye başlayan kızı tarafından karşılanır. Ve Karen oldukça rahat bir şekilde kullandığı kesici aletle eski annesini ya da yeni kurbanını öldürür. Yukarıda daha fazla daya­namayacağını anlayan Ben aşağıdan gelen Karen’i saf dışı ederek başından beri karşı olduğu Harry’nin planını uygular ve kendini bodruma kapatır. Zombiler tüm uğraşılarına rağmen kapıyı kıramazlar (Lider özelliklerinin verildiği kahramanın hata yapması — Harry’nin planı dinlenseydi herkes yaşıyor olacaktı — korku klişelerinde nadir görülen bir özelliktir.) ve aşağıda yeniden yaşama merhaba diyen Harry’yi ikinci kez öl­düren Ben, daha sonra da tüfeğini Helen’e doğrultarak tetiği çeker.

Filmin bundan sonraki bölümü Romero’nun Dawn Of The Dead’de (Ölü­lerin Şafağı) bol kullanacağı rahatlatma sahnelerinin ilk örneğini teşkil eder ve tabii insan denilen yaratığın gerçek yüzünü ortaya koyan sahnelerin de! İyi silahlanmış yerel kuvvetler (Dawn’da işin içine ordu da giriyor) ve avları: zombiler! Ellerindeki çiftelerle zombi avına çıkmış olan insanlar Romero’nun anlatımıyla tam birer canavara dönüşüyorlar ve filmin korku öğelerine acımaya baş­lıyoruz. Romero’nun inanılmaz gerçekçi av sahneleri (Ayrıntı çekimsiz orta odaklı mercek kullanılan çekimleri insana haber veya belgesel görüntüleri izlenimi hissi veriyor) filmin başından beri kuduza yakalanmış hayvanlar olarak betimlenen zavallıları bir kenara bırakıp “Gerçek cani kim?” sorusunu sorduruyor! Ölülerin gecesini kazasız belasız atlatıp dışarı çıktıktan sonra, Zombi avcıları tarafından zombi sanılarak kafasından vurulup kasap çengelleriyle sürüklenerek zombilerden oluşan bir ceset tepesini üzerinde yakılan Ben’in durumu sanırım kimin cani olduğunu anlatıyor.

Romero’nu üçlemesindeki taze ve gerçekçi ölüleri kullanması zombi filmleri için bir yeniliktir ve aynı zamanda bir tu­zaktır da! Bu tuzağı Dawn Of The Dead’de büyüteç altına alacağız. Night’ın yakaladığı inanılmaz ve beklenmedik başarı Amerikan Bağımsız Korku sineması tarihine Bay Ölüm olarak adını yazdıran zombi istismarcısı (zombieploitation, bu türün uç noktası ise Lucio Fulci’dir.) Ro­mero’nun adını tüm dünyaya duyurdu. Daha sonra Romero yönetmenliğe, Season of the Witch (Cadının Mevsimi; 1972), Code Name: Trixie (Kod Adı: Trixie diğer adı: Crazies; 1973 [bu filmde kimyasal si­lahlarla deliren insanlar anlatılıyordu]), Martin (1978) gibi fazla ses getirmeyen filmlerle devam etti. 1974′de Romero’nun sık sık gittiği Monroeville Mall’da (Pittsburgh’un dışındaki çok büyük bir alış­veriş merkezi) gezerken oluşmaya başlar Dawn Of The Dead’in öyküsü ve 1977′de 1,5 milyon dolarlık bir bütçeyle United Film & Laurel Group’un yapımcılığını üstlendiği, üçlemenin ikinci ve belki de en sağlam halkası yapılmaya başlanır.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?

- Çiftlik evinin üzerindeki tabelada “M. Celeste” ibaresi görülür. Tom Savini’nin DVD’deki açıklamasına göre denizde yolcu ve mürettebatı kaybolduktan sonra sürüklenir vaziyette bulunan “Mary Celeste” isimli gemiye doğrudan atıfta bulunulmuştur.

- Bill Cardille, filmin 1968 versiyonu ile yeniden yapımında karşımıza muhabir olarak çıkar.

- Barbara’nın zenciyi silahla göğsünden ve başından vurduğu sahne aslında filmin orijinalinde yer almayacaktı. Burada seyirci Barbara’nın annesini kızına korkunç bir zombi olarak gördüğünü sanır ve Barbara’nın yanındakiler “Vur onu” diye bağırır, o anda Barbara’nın annesi Barbara’ya dönerek “Johnny nerde Barbara” diye sorar ve hemen ardından zombi haline dönünce Barbara ateş ederek kadını vurur.

- Zombi Macgruder’ı canlandıran adamı Tom Savini bir lokantada görür ve onun bu role çok uygun olduğunu söyler, adam da kabul eder ve tüm prömiyerlere de katılır.

- Otopsili zombi sahnesi orijinal senaryoda yer almıyordu, daha sonra Tom Savini tarafından senaryoya ilave edildi.

- Macgruder dışarı atıldıktan sonra pencereden gelen zenci adamı Tom Savini’nin tesadüfen arabasına bindiği taksi şoförü canlandırdı.

- Ben’in mutfak kapısından bir cesedi dışarı çıkardığı sahneye dikkatle baktığınızda kameramanın kapının camına düşen yansımasını görürsünüz.

- Filmin başında Johnny’nin kullandığı araba Tom Savini’nin arabası. Yönetmenin söylediğine göre başarıya ulaştıktan sonra aldığı ilk arabadır bu ve arabanın senaryo gereği enkaz haline getirilmesi kendisini çok üzmüştür.

- Tom üzerinde “Iron City” yazılı bir tişört giyer. Bu, orijinal Dawn of the Dead (Ölülerin Şafağı) filmindeki avcıların içtiği biranın markasıdır.

- Sarah annesi Helen’i boynundan ısırdığında duvarda asılı duran bahçe küreğine kan sıçrar. Bu sahnede, orijinal Yaşayan Ölülerin Gecesi filminde kızın annesini bahçe küreği ile öldürdüğü sahneye gönderme yapılmıştır.

- Ben rolünün seçmelerine Laurence Fishburne ve Eriq La Salle katılmıştır.

- Filmin sonunda bir çok zombinin ağaca asılıp vurularak linç edildiği sahne aslında 1968 yapımı orijinal film için yazılmış, ancak daha sonra o dönemde ülke genelindeki ırkçılıkla ilgili gerilim nedeniyle senaryodan çıkarılmıştır.

- Yönetmen Tom Savini’nin Patricia Tallman ile tanışıklığı üniversite yıllarına dayanmaktadır. Tallman’ı iradesi ve inatçılığı sebebiyle kadroya dahil etmiştir.

- Bir çok zombi filminde artık gelenek haline geldiği üzere, bu filmde de Yaşayan Ölüler için asla ‘zombi’ kelimesi kullanılmamıştır.

- Romero’nun yönetmenliğindeki diğer Yaşayan Ölüler filmlerinde olduğu gibi, bu filmde de ‘seksi ve çıplak bir kadın zombi’ nin eve doğru yürüdüğü bir sahne vardır. Orijinal filmdeki gibi burada da çıplaklık her cepheden ve arkadan verilir.

Yönetmen: Tom Savini

Senaryo: George A.Romero, John A. Russo

Yapım: 1990 ABD Süre: 92 Dakika

Oyuncular:Tony Todd, Patricia Tallman, Tom Towles, McKee Anderson