Martin Scorsese: İtalyan - Amerikan Stili

Martin Scorsese - Üniversite zamanlarınızı hatırlayın. Bir yandan her konuda daha özgürken, diğer yandan da geleceğe dair her hareketin şimdiye göre daha "kitabına uygun" ...

"Bugünlerde her zamankinden daha fazla birbirimizle konuşmaya, birbirimizi dinlemeye ve dünyayı nasıl gördüğümüzü anlamaya ihtiyacımız var, ve sinema bunları gerçekleştirmek için en iyi orta yol."

 Martin Scorsese

Üniversite zamanlarınızı hatırlayın. Bir yandan her konuda daha özgürken, diğer yandan da geleceğe dair her hareketin şimdiye göre daha "kitabına uygun" olduğu dönemlerdir genelde. Benim için öyleydi en azından. O zamanlar "Galiba doğru yoldayım" gibi hissetmesem de, elimde bu örneği başarıyla uygulayan "okullu" bir örnek var: Martin Scorsese.

Sicilya kökenli işçi sınıfı bir ailenin çocuğu olarak 17 Ekim 1942'de dünyaya geldi Scorsese. Manhattan'da geçen gençlik yılları, kendisine ileride çekeceği filmlerle ilgili ilham olmuş, New York'u kendisine konsept olarak belirlemeye başlamıştı. Elbette ki Scorsese'nin sinemaya olan ilgisi doğuştan gelmiyor. Çocukluğunda "astım" hastalığından muzdarip olan Scorsese, sinemaya da bu yıllarda ilgi duymaya başlıyor. 

Okullu demiştik Scorsese için. 1960 yılında New York Üniversitesi sinema bölümüne giriyor, mezun olduktan sonra 1966 yılında yüksek lisansını yapıyor. Öğrencilik yıllarında kısa filmler çekse de asıl başarısı 1967 yılında çektiği “The Big Shave” ile geliyor. 

Martin Scorsese daha sonra 70’lere kadar yine kısa filmler çekiyor. Bu arada Francis Ford Coppola, Brian De Palma, George Lucas ve Steven Spielberg ve Robert De Niro gibi isimlerle de bu sıralarda tanışıyor. Aslında yönetmenlerin çoğu gibi –ki elimizde çok sağlam bir Stanley Kubrick örneği var- filmlerini çekerken işin sanatsallığının yanında endüstriyelliği ve maliyeti minimum hale getirmeyi de bu zamanlarda öğreniyor Scorsese.

70’li yılların ortasında, bugün de herkesin hatırladığı Taxi Driver filmi meydana getiriliyor Scorsese tarafından. Her ne kadar ilk Oscar’ı kazanması günümüze kadar sürse de bu filmle birden fazla Oscar almaya aday gösteriliyor. İlk büyük bütçeli filmi “New York, New York”un beklediği başarıyı gösterememesi üzerine, bunalım ve uyuşturucu problemleriyle boğuşmasına rağmen, biraz da Robert De Niro’nun çabalarıyla ortaya çıkan “Raging Bull” ile kendini kurtarıyor. Bu zamanlar, akıllarda “Scorsese Tarzı”nın net olarak şekillendiği zamanlar…

Raging Bull'dan. Robert De Niro (Sağda) ve Martin Scorsese (Ortada)

2000’li yıllarda da çektiği “Gangs of New York” ve “The Aviator” filmleriyle adından sıkça söz ettiren Scorsese’nin tarzında aslında birkaç anahtar var. “New York İtalyan-Amerikan Stili,  sokak, süratli kurgu, rock tarzında film müziği ve sorunlu erkek başkahraman.”

Bugün 71 yaşında olan Scorsese, her ne kadar yaptığı filmlerde ödülleri oyuncular toplamış olsa da, hem sinemayı belli kaygılardan uzak bir şekilde icra edip, hem de toplumsal algılar üzerinde yaptığı gözlemleri hızlı kurgularla başarıyla işleyebilen biri olarak göze çarpıyor. Bakalım “Scorsese Tarzı”nın yeni örneklerini daha ne kadar göreceğiz…  

 Martin Scorsese neler demiş?

“Benim için sinema kilise gibidir.”

 “Hiçbir sahne basit değildir, hiçbir sahne önemsiz değildir, o yüzden oyuncuları cesaretlendirmeye ve hep pozitif bir hava yaratmaya çalışırım. Genellikle ‘Güzel’ derim. ‘Güzel’ benim için ‘idare eder’ ya da bazı durumlarda ‘kötü’ anlamına gelebilir; yani o durumda bir dahaki tekrarda neyle karşılaşacağımı bilemem, belki de daha iyisi çıkacaktır, dolayısıyla tekrar isterim. ‘Harika’ da o kadar iyi değil demektir. ‘Mükemmel’ bayağı iyi anlamına gelir. ‘Kusursuz’ ise gerçekten iyidir.”

 “Sinema, çerçevenin içinde ve dışında olanların bütünüdür.”

 “Benim bütün filmlerim hayatta birbirimize nasıl davrandığımızla ilgilidir. Ne zaman ilgimi çeken bir film çıksa, mutlaka kişinin toplum içinde varolma ve yaşama biçimiyle ilgilidir.”

 “Bütün emosyonel şiddet, aktörlerce değil, kamera tarafından yaratılmalıdır.”

“Yönetmenlik açısından öğrendiğim başlıca ders, yönetmenin bir yandan ne istediğini bilmesi ve onu elde etmek için her şeyi yapması; diğer yandan da şartlara göre her şeyi değiştirme kabiliyetine sahip olması gibi iki sürekli gerilime maruz kalmasıdır.”

“Zor ve öfkeli biriyim. Ama benim de mizah duygum var. Bu hayatımı kolaylaştırıyor. Bu yüzden komedyenleri seviyorum ve bu yüzden Dean Martin’in filmini çekmek istedim.”