Son Yaprak Kitabından Anlamlı Bir Öykü

O. Henry'nin ünlü kitabı 'Son Yaprak' kitabından anlamlı bir öykü...

Washington Meydanı’nın batısındaki küçük bir mahallede caddeler acayip şekilde kollara ayrılıp, tuhaf köşeler ve üçgenler oluşturur. Bir cadde diğeriyle iki, üç yerde kesişir. Ressamın biri burasını keşfetti. Sonra Greenwich denen bu eski mahalleye kısa zamanda başka ressamlar geldi. Kuzeye bakan pencereli, ucuz kiralık odalara ve18. yüzyıldan kalma

Hollanda tarzı çatılarla dolu evlere yerleştiler. Neredeyse bir koloni oluşturdular.

Üç katlı, tuğla bir evin üst katında, Sue ve Johnsy’nin stüdyosu vardı. Johnsy, Joanna’ ya yabancı değildi. Biri Maine’li, diğeri de Kaliforniya’lıydı. 8. caddedeki Delmonico’nun Yeri’nde tanışmışlardı. Sanat, frenk salatası, katlanır perdeli pencereler gibi ortak zevkleri sonucunda birlikte atölye açtılar.

Bu Mayıs’ta olmuştu. Kasım’da doktorların zatürree dediği beklenmedik bir misafir mahalleye geldi. Buz gibi parmaklarıyla oturanlardan birine dokundu. Şehrin doğu yakasının ardında bir sürü kurban bırakmıştı. Şimdi dar sokaklı ve rutubetten yosun tutmuş yerlere doğru geliyordu.

Bir sabah doktor, Sue’ yü salona çağırdı.

– Yaşama şansı var, elindeki termometreyi salladı, bu şans da onun yaşama arzusuna bağlı, sizin küçük hanımın morali pek iyi değil, yapmak istediği bir şey var mı?

– Bir gün Napoli Körfezi’nin resmini yapmayı çok isterdi.

– Resim mi? Düşünmeye iki katı değer bir şey yok mu aklında, bir erkek mesela?

– Bir erkek mi? Bir erkek iki katı. Hayır, doktor öyle biri yok.

Doktor, ‘tıbbi olarak elimden geleni yapacağım’ dedi.

– Fakat hastalarım cenaze törenlerine katılacakları sayısını düşünmeye başlayınca, ilaçlarımın iyileştirici etkisi elli misli azalır, ama size bu kışın pelerin modelleriyle ilgili sorular sormaya başlarsa şansının onda bir yerine, beşte bire çıkacağına yemin edebilirim.

Doktor gittikten sonra, Sue çalışma odasına gitti ve bir Japon işi peçeteyi sırılsıklam edene kadar ağladı. Sonra, resim tahtasını alıp, ıslık çalarak Johnsy’nin odasına gitti.

Johnsy, üstüne yatak örtüsünü çekmiş, yüzü pencereye dönük yatıyordu, Sue kızın uyuduğunu düşünüp ıslık çalmayı bıraktı. Kalemini, mürekkebini alıp, bir dergi için hikaye resmetmeye başladı. Genç ressamlar magazin hikayelerini resmederek, genç yazarlar da bu hikayeleri yazarak mesleklerine adım atıyorlardı.

Johnsy’nin gözleri açıldı, pencereden bakıyor ve sayıyordu.

– Oniki, onbir, on.. dokuz… sekiz…yedi…

Kız pencereden baktı, sayacak ne vardı ki? Bomboş avlu, uzaktaki tuğla ev, ve bu evin yarısına kadar tırmanmış, kökleri çürümüş, bozulmuş eski bir sarmaşık. Soğuk sonbahar rüzgârı dallarını tamamen çıplak bırakana dek yapraklarını kopartıyordu.

– Neyi sayıyorsun hayatım?

Kız, adeta fısıltıyla ‘altı’ dedi.

– Şimdi daha hızlı dökülüyorlar, üç gün önce neredeyse yüz yaprak vardı, sayana kadar başıma ağrılar girdi, fakat şimdi sayması daha kolay, biri daha gitti, sadece beş tane kaldı.

– Beş tane neye kaldı?

– Sarmaşıktaki yapraklar, son yaprak da dökülünce benim de gitme vaktim gelecek, üç gündür biliyorum doktor söylemedi mi?

– Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım, kuru yaprakların senle ne ilgisi var, seni yaramaz kız seni! Hem bu eski sarmaşığı severdin sen. Doktor bu sabah bana senin iyi gittiğini söyledi. Şansın çokmuş, şimdi biraz çorba iç ve ben de çizimimi götüreyim, o da editöre satsın, hastamız için şarap, kendi doymaz midemiz için de domuz paçası alalım.

– Şarap almak zorunda değilsin.

Gözleri yine pencereye takıldı,

-Bir tane daha düştü. Çorba da istemiyorum. Hava kararmadan son yaprağın da düştüğünü görmek istiyorum.

– Johnsy hayatım, işimi bitirene kadar gözlerini kapatıp, pencereden bakmamaya söz verir misin? Bu çizimleri yarına kadar bitirmem lazım, abajur bana lazım yoksa renkleri iyi resmedemiyorum.

– Öbür odada çizemez misin?

– Senin yanında olmayı tercih ederim, ayrıca bu yapraklara bakmanı istemiyorum.

Johnsy, yüzü heykel gibi bembeyaz, “Bitirince söyle, çünkü son yaprağın düşüşünü görmek istiyorum. Beklemekten bıktım, düşünmekten bıktım, tıpkı bu küçük, yorgun yapraklar gibi artık gitmek istiyorum” dedi.

– Uyumaya çalış, ben gidip bana modellik etmesi için Behrman’ı çağıracağım, bir yere gitme, geleceğim.

Yaşlı Behrman, alt katlarında oturan bir ressamdı. Altmışını geçmişti ve Michelangelo gibi sakalları olan, küçücük boylu bir adamdı. Hep bir başyapıt yapmayı istiyordu ama kırk yıldır hâlâ yapamamıştı. Ressamlara modellik yaparak para kazanıyordu, çok içiyordu ve hep yapacağı başyapıttan söz ediyordu, Sue adamı loş, böğürtlen kokan kümesinde buldu. Bir köşede yirmi beş yıldır resim yapmayı beklediği boş resim sehpası duruyordu. Ona Johnsy’nin yaprak yüzünden nasıl korktuğunu anlattı.

Sue ve ressam yukarı kata çıkarken, Johnsy uyuyordu. Sue abajuru pencereden aşağı sarkıttı. Sonra korkarak pencereden sarmaşığa doğru baktılar. Sonra hiç konuşmadan birbirlerine baktılar soğuk karla karışık bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah, Sue yarım saatlik uykusundan uyandığında, Johnsy, cansız, gözlerle yeşil perdeye bakıyordu.

– Perdeyi kaldırsana, görmek istiyorum diye fısıldadı.

Sue yorgun yorgun perdeyi kaldırdı.

O da nesi? Onca yağmur ve rüzgâra rağmen, tuğla evin üzerindeki sarmaşıkta bir yaprak hâlâ duruyordu. Hâlâ koyu yeşildi, kenarları biraz sararmıştı.

– Bu sonuncuydu. Geceleyin mutlaka düşer diyordum rüzgârı duyuyordum, sabaha düşecek ve ben de aynı anda ölürüm diyordum.

– Hayatım, hayatım, kendini düşünmüyorsan beni düşün, ne yapardım?

Ama Johnsy cevap vermedi. Dünyanın en yalnız şeyi, esrarengiz son yolculuğuna hazırlanan bir ruhtur.

Günler geçti. Akşam karanlıkta bile sarmaşık yaprağının duvarda asılı olduğu görülebiliyordu. Gece oldu, akşam rüzgârı başladı, yağmur camları dövüyor, çatılardan aşağı akıyordu. Sabah olunca Johnsy, perdeyi kaldırmasını söyledi. Sarmaşık yaprağı hâlâ oradaydı.

Johnsy birkaç gün daha yaprağa bakarak yattı. Sonra ocakta tavuk çorbasını karıştırmakta olan Sue’ye seslendi.

– Çok mızmızlık yaptım. O son yaprağın orada durmasını sağlayan şey ne kadar kötü bir kız olduğumu gösterdi. Ölmek istemek günahtır, şimdi bana çorba getirebilirsin. Biraz da süt yok önce bir ayna getir bana biraz da yastık doğrulup yemek pişirirken seni seyretmek istiyorum.

Yarım saat sonra…

– Bir gün Napoli Körfezi’nin resmini yapmak istiyorum.

Ertesi gün doktor geldi.

– İyi bakımla iyileşeceksin, şimdi alt kattaki bir başka hastaya bakmam lazım, adı Behrman, bir ressam o da zatürree olmuş, yaşlı, zayıf bir adam, hiç umut yok fakat yarın hastaneye yatacak orada daha iyi bakılır.

Ertesi gün doktor tehlikeyi atlattın, kazandın bakım ve iyi beslenme… işte bu kadar

dedi.

Öğleden sonra, Sue Johnsy’nin yanına geldi, kız mavi yünden bir atkı örüyordu. Kolunu kızın omzuna ve yastıklara dayadı.

Sana bir şey söylemem lazım, Bay Behrman hastanede zatürreeden ölmüş. Hastanede sadece iki gün kaldı. Kapıcı onu odasına geldiği ilk gün bulmuş. Giysileri, ayakkabısı sırılsıklam ve buz gibiymiş. Bu berbat gece boyunca nerede olduğunu bilmiyorlar. Sonra hâlâ yanan bir fener bulmuşlar, bir de merdiven. Yerinden sürüklenerek çekilmiş, sonra oraya buraya dağılmış fırçalar ve üzerinde yeşil ve sarı rengi boya olan resim paleti ve pencereden bak hayatım, duvarın üzerindeki son yaprağa bak, o kadar rüzgâra rağmen onun niçin hiç düşmediğini, kopmadığını merak etmedin mi? Ah hayatım, o yaprak Behrman’ın başyapıtıydı. Son yaprak düştüğü gün duvara senin için bir yaprak resmi çizmişti…